'Artan intiharlar nedeniyle işçilerin yaşadığı sıkışmalara yakından bakılmalı'

'Artan intiharlar nedeniyle işçilerin yaşadığı sıkışmalara yakından bakılmalı'
Psikolog Gürsel, 'İşçi intiharlarının krizle birlikte arttığı veya kapitalizmin işçileri intihara sürükleyerek (de) öldürdüğü tezi, bir sonuçtan ziyade bir başlangıç noktası olabilir' diyor

Esra ÇİFTÇİ


İşçi intiharlarındaki artış tehlikeli bir boyuta geldi. 12 saati geçen uzun çalışma süreleri, ağır ve aşırı çalışma, iş baskısı, geçici işlerde çalışma, iş stresi, düşük ücret, ücretsiz fazla mesai, performans sistemi gibi çalışma koşulları işçilerin yaşamını ciddi olarak tehdit etmekte. Güvencesiz çalışma, işsiz kalma korkusu, yoksullaşma ve gelir seviyesinin düşmesi işçilerde intiharları tetikleyen nedenler arasında.  İşyerlerinde artan mobbing de çalışanlar üzerinde ciddi baskı oluşturuyor.  Bağlantı kurduğumuz Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) üyesi, Psikolog Baran Gürsel ile sınıfın örgütlülüğünün işçiler için ne ifade ettiğini ve ekonomik krizle intihar ilişkisini konuştuk. 

"FARKLI TÜRDEN DENEYİMLER ARASINDA SALINMAK İŞÇİLERİN İÇİNDE BULUNDUKLARI BİREYSEL VE TOPLUMSAL KOŞULLARIN ETKİSİYLE OLUR"

İşçilerin işverenle, düzenle veya daha geniş anlamda hayatla ruhsal anlamda kurdukları ilişkiyi nasıl bir çerçevede düşünüyorsunuz?
İşçilerin, yani yaşamını sürdürmek için başkasının hesabına çalışmak zorunda olanların, bir açıdan birbirine benzer temel bir güvencesizlik durumunu deneyimlediğini ve hayatları içerisinde bu deneyimle -ruhsal (psikolojik) olarak- çeşitli şekillerde uğraştığını düşünebiliriz.

İşçiler bu deneyimle uğraşırken; bazen kendilerini, onlara yaşamı sunduğunu düşündükleriyle (işveren olsun, şirket olsun, devlet olsun) fazlasıyla özdeşleştirirler; bazen bu unsurlara mutlak bir güç atfederken, bir yandan onlara karşı içsel tepkiler de (hınç gibi duygular, onların yerini alma düşünceleri, vb.) taşırlar; bazen diğer işçilerle ortaklıklar kurup, mahrum edildikleri imkânlara erişmek için mücadelelere girişirler; bazen de tüm insan ve canlıların sömürü ve baskıdan uzak yaşayabileceği toplumlar tasarlarlar. İşçiler, farklı zaman ve mekanlarda içinde bulundukları koşullara göre, sınıf deneyiminin -burada en kaba hatları sunulan- bu farklı türevleri arasında gidip gelirler; bu deneyimlerin etkisinde, bilinçdışı ve bilinçli şekillerde, olumlu ve olumsuz, tutarlı ve tutarsız duygular, düşünceler ve eylemler üretirler.

Farklı türden deneyimler arasında salınmak, işçilerin içinde bulundukları bireysel ve toplumsal koşulların etkisiyle olur. Bir uçta, işçilerin birbirleri ve sınıf deneyimleriyle olan bağlarının en çözülmüş durumda olduğu, sömüren ve baskı kuran öznelerle (işveren veya devlet gibi) ve şeylerle (meta veya para gibi) "bir" hissedilen durumlardan tutalım, diğer uçta, sınıf deneyiminin, artık herkesin nitelikli bir yaşam sürmesine yönelik projelere tercüme edildiği durumlara kadar "erken" veya "olgun" tüm sınıf deneyimi ifadeleri, belli koşullarla ilerletilen veya geriletilen sınıf sürecinin bir parçasıdır. İşçilerin ortak sınıf deneyiminin, farklı şekillerde ifade bulmasında, farklı duygu, düşünce ve eylemlere dönüşmesinde etkili olan faktörler arasında, çalışma koşulları, işveren ve devletin baskı kurma şekilleri yöntemleri, sosyal politikalar, sınıf örgütlerinin ve diğer mücadele örgütlerinin güncel durumu gibilerinin yanı sıra, biyografik öykü, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, eğitim, gelir gibi faktörler de vardır.

Psikolog Baran Gürsel

"İŞÇİ İNTİHARLARINDAN SÖZ EDERKEN, İNTİHARA YÖNELECEK DENLİ YOĞUN BİR RUHSAL SIKIŞMA VE ÇATIŞMA İÇİNDE OLMAYI DA BİR AÇIDAN KİŞİNİN O ANKİ SINIF DENEYİMİNİN BİR PARÇASI OLARAK DÜŞÜNEBİLİRİZ"

İşçi ölümleri ile ekonomik kriz arasında nasıl bir bağ var? 

İşçi intiharlarından söz ederken, intihara yönelecek denli yoğun bir ruhsal sıkışma ve çatışma içinde olmayı da bir açıdan, kişinin o anki sınıf deneyiminin bir parçası olarak düşünebiliriz. Sanıyorum bu deneyim, yoğun bir çaresizlik, sıkışıklık ve çetin duygusal-düşünsel çatışmalar barındırdığı kadar, sınıf kardeşliğinin, insana ve dünyaya sunabileceği kaynak ve yeniliklere dair düşünceleri/umudu de içeremez durumdadır. Bu deneyim de çeşitli bireysel ve toplumsal faktörlerle şekillenir ama unutmamalıyız ki, öznel ruhsal dünyanın derinliği ve karmaşıklığı göz önünde bulundurulduğunda, bu faktörlerin böyle uzaktan -hatta daha yakından bile- bir iki "temel" faktöre indirgenmesi zordur. Bu nedenle örneğin işçi intiharlarının ekonomik krizle birlikte arttığı veya kapitalizmin işçileri intihara sürükleyerek (de) öldürdüğü tezi, bir sonuçtan ziyade bir başlangıç noktası olabilir ve bizi işçilerin –intihara yönelmeyi de aşan şekillerde- yaşadığı çatışma ve sıkışmalara daha yakından ve özenle bakmaya teşvik edebilir. 


"EKONOMİK KRİZİN BAŞKA FAKTÖRLERLE VE RUHSAL DÜNYAYLA NASIL ETKİLEŞİP İNSANLARI CİDDİ DERECEDE RUHSAL ZORLANMALARA VE SIKIŞMALARA SÜRÜKLEYEBİLECEĞİ ÜZERİNE DÜŞÜNMEK GEREK"

Nasıl bir özen? 

Yani bu tür bir tez bizim aklımıza veya karşımıza geldiğinde yapmamız gereken, bana kalırsa, ekonomik krizin başka faktörlerle ve ruhsal dünyayla nasıl etkileşip insanları ciddi derecede ruhsal zorlanmalara ve sıkışmalara sürükleyebileceği üzerine düşünmektir. Aksi, yani başlangıç hipotezini, hangi niyetle olursa olsun tekrarlamakla yetinmek ve bunun bir aydınlanma yaratmasını beklemek, sınıf deneyimini ve dolayısıyla sınıf olma veya olamamayı belirleyen -biyografik öykü de dahil- diğer faktörleri, bir bireyin ruhsallığının kendine özgü karmaşıklığıyla birlikte gözden kaçırmak olur. Galiba bazen biz de örneğin insanların geride bıraktığı bir mesaj ya da mektuptan sadece bir parçayı, elbette ona kendi yorumumuzu da katarak öne çıkardığımızda bu gözden kaçırma eğilimine kapılmış oluyoruz. Belki bunun için gerekçelerimiz de oluyordur ama işçilerin ruhsallığının derinliğine hakkını vermek için de bir o kadar sağlam ve de politik gerekçelerimiz olduğunu düşünüyorum. 
 

"KRİZİN RUHSALLIĞA ETKİ ETME YOLLARINI TANIMLAMAK ONUN BİR BİREYİN RUHSALLIĞINDA NASIL ŞEKİLLER ALDIĞI NASIL ETKİLERE HAREKETLENMELERE VE ÇELİŞKİLERE SEBEP OLDUĞUNU DERİNLEMESİNE ANLAMAMIZ AÇISINDAN YETERLİ DEĞİLDİR"

Ekonomik kriz, işçilerin bireysel dünyalarına nasıl etki ediyor?

Bunları göz önünde bulundurarak bir adım daha atıp, ekonomik krizin, işçilerin bireysel ruhsallıkları ve kolektif ilişkilerinde yaşadıkları sıkışma ve çatışmaları besleyen faktörler arasına hangi kanallardan girebileceğinden söz edeceğim ama önce bir şeyi daha hatırlatayım isterim. Krizin ruhsallığa etki etme yollarını tanımlamak onun, bir bireyin ruhsallığında nasıl şekiller aldığı, nasıl etkilere, hareketlenmelere ve çelişkilere sebep olduğunu derinlemesine anlamamız açısından yeterli değildir. Daha derinlikli kavrayışlar geliştirebilmek için, politik niyetlerle ve belli bir mesafeden geliştirilen düşünceleri, insan ruhsallığına bakmaya ilişkin mesleki bir özenle birleştiren çabalara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu çabaların gösterilmesi için de sabırlı ve özenli bir şekilde düşünmeye açık olan kurumsal ortamların çoğalmasına ihtiyaç var; özellikle sınıf örgütleri içerisinde veya sınıf örgütlerinin katkısıyla meslek örgütlerinde, üniversitelerde… Dolayısıyla burada söyleyeceklerimin bu yetersizlikle malul olduğunu baştan kabul etmeliyiz. 

Ekonomik krizin ruhsallığa olumsuz yönde etki etme kanalları nelerdir?  
 
Ekonomik krizin ruhsallığa olumsuz yönde etki etme düzeylerinden/kanallarından birincisi, krizin hem yoğun bir bağımlılık deneyimini hem de bağımlı olunan sistemin vaatlerini (bu vaatler ister daha güncel siyasal ideolojilere ister daha uzun erimli ideoloji ve kavrayışlara kodlanmış olsun) yerine getirmediği düşüncesini beslemesi ve örneğin ezici bir haksızlığa uğrama duygusunu güçlendirmesi olabilir. İkincisi, insanın dayandığı dostane, romantik veya daha kurumsal düzeydeki ilişkilerini yoksullaştırması, kısırlaştırması, kısıtlaması, gerginleştirmesi olabilir (gerek doğrudan para alma-alamama-verme-verememe durumları, gerek zaman ve duygusal enerji ayırma-ayıramama durumlarından oluşabilen gerilimler, bunun bazı örnekleridir). Üçüncüsü de krizin, insanların birlikte hayatta kalıp birlikte yaşamsal bir zenginliğe erişebileceğine yönelik geçmiş ve gelecek senaryolarını unutturması olabilir. 
 
"EKONOMİK KRİZİN NASIL İNTİHAR YÖNELİMİ YARATTIĞINI DEĞİL DAHA GENEL ANLAMDA İŞÇİLERİ NASIL SIKIŞTIRDIĞINI KONUŞUYORUZ"

Sınıfın örgütlülüğü işçiler için ne ifade ediyor? 

Krizin insanı sıkıştıran başka faktörler arasına katılırken izleyebileceği bu üç yolun üçünün de ağırlıklı olarak geçerli olabileceği durumlar olduğu gibi, bir veya ikisinin geçerli olduğu durumlar da olabilir. Dolayısıyla insanın yaşayacağı sıkışma buna göre de değişebilir. Her halükârda burada, ekonomik krizin nasıl intihar yönelimi yarattığını değil, daha genel anlamda işçileri nasıl sıkıştırdığını konuşuyoruz, bunun da tekrar altını çizeyim. Burada bu sıkışmaların, başka bir faktörle ilişkisinden bahsetmemiz de iyi olabilir. Bu faktör de işçilerin dayanma gücünü artırabilecek ve değişim umudunu temsil edebilecek, işçilerin ve de tüm toplumun daha rahat nefes alıp nitelikli bir yaşam sürebilmesi için ve bizzat sınıf deneyiminin, krizleri aşacak toplumsal projelere dönüşebilmesi için gerekli olan, işçi sınıfının örgütlülük durumu ve mücadeleci kurumlarıdır. Özel olarak bir ya da başka bir kurumun değil ama sınıf örgütlülüğünün toplamının veya başka bir deyişle hem sınıf kurumlarının hem de sınıf kurumları arasındaki ilişkilerin üç konuda yetersiz kaldığı/geldiği düşünülebilir. 

"TOPLUMLARIN DEMOKRATİK HAFIZASINA YASLANARAK BAŞKA GRUP VE KURUMLARLA EŞİTLİKÇİ İLİŞKİ KURMAYA YÖNELMEKTEKİ YETERSİZLİKLERDİR"

Nedir bu yetersizlikler?

Bana göre bu yetersizlikler üzerine düşünüp gerekli onarım faaliyetlerine girişmek, önümüze koyduğumuz görevlerden olabilir. Birincisi, yoğun bağımlılık ve hüsran deneyimlerinin nesnesi olan bir sistemin, mutlak ve tam değil de bozuk ve çelişkili olduğu ve aynı zamanda da o çelişkilerin işçinin "faydasına" olduğu düşüncelerini, tabii biraz da öfkeyle birlikte uyandırmak, bunu uyandıracak bir kavrayış sunmak konusunda bir yetersizlik olabilir (örneğin, patronların bozuk sistemi çıkarları nedeniyle devam ettirmelerinin yanı sıra ona ve işçilere bağımlı olduğu düşüncesinin, kolektif bir ücret mücadelesinin önkoşulu olmasında olduğu gibi). İkincisi, dayanma noktaları teşkil edecek ilişki ağları ve bu ilişkileri taşıyan, arkasında kurumsal güvence hisseden "kadroların" yetersizliği olabilir.

Dayanışma, yerine göre duygusal ihtiyaçlarla ilgili, yerine göre parasal, hukuksal, vb. ihtiyaçlarla ilgili olabilir. Bunu, kurum dışında, bir nedenle erişilemeyen bazı şeylerin ikamesi gibi de düşünebiliriz. İkame etmek, bir yandan bir yeniliğe gönderme yapar ve örneğin bir "ruhsal destek" veya "sosyal destek" ilişkisi bağımlılık değil, karşılıklılık temelinde de kurulabilir veya kişiler, kontrollerinin tamamen dışında olan değil belli ölçülerde kontrol edebildiklerini hissettikleri işleyiş içerisine alınabilir. Bu kısmı onlar için yeni ve yenileyici olabilir.

Bununla birlikte ikame edici müdahaleler ve yöntemler "ideal" de değildir; bu anlamda yepyeni değildir. İkame, "ideal" olanı kurmaya gidecek yolda birlikte yaşamanın ve yaratıcılığın tesisi ve gelişmesini sağlayacak bir adım olarak düşünülebilir.  Dolayısıyla örneğin bazı araçları, bozuk sistemin araçlarına benzediği için reddetmek anlamlı olmayabilir. Üçüncüsü de toplumların demokratik hafızasına yaslanarak, başka grup ve kurumlarla eşitlikçi ilişki kurmaya yönelmekteki yetersizliklerdir. 

"MEVCUT VE MÜSTAKBEL ONARMA VE YENİLEME ÇABALARINI GÜÇLENDİRMEK İÇİN ELİMİZDEN NELER GELEBİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEYE DEVAM ETMEYİ ÖNEMLİ BULUYORUM"

Sınıfın örgütlülüğünün, işçiler arasında olduğu kadar işçi gruplaşmaları/kurumlaşmaları arasındaki ve hatta toplumun mücadeleci örgütlenmeleriyle kurulan ilişkileri içerdiğini unutmamalıyız. Dolayısıyla sınıfın, kendine ve topluma; doyum veren, zengin, nitelikli bir yaşam ortamı sunacak kadar örgütlü olabilmesi için, gruplar/kurumlar arasındaki ilişkileri onarmak konusunda da yapılabilecekler olduğunu düşünüyorum. Tabii burada, kendi bakış açımdan yetersizlik olarak adlandırdığım, bir başkasının başka türlü adlandırabileceği bazı durumlardan bahsetmemin sebebi, onların değişmezliğine değil, aksine, bunları aşmanın yollarını birlikte aramaya devam etmemizin önemine dikkat çekmektir. Mevcut ve müstakbel, onarma ve yenileme çabalarını güçlendirmek için elimizden neler gelebileceğini düşünmeye devam etmeyi önemli buluyorum. 
 
 

Öne Çıkanlar