Akide şekeri gibi yazı nasıl olur?

Çetin Altan'ın 'eski bayram yazıları'na örnek bir yazısı.

Sanki gök delindi… Ortalığı sular seller götürdü…
 
Her bayramın klasiği "acemi kasaplar" da iş başındaydı. Kan revan içinde kalındı…
 
Sadece ilk gün yaklaşık 5 bin kişi o "dövüp öldürmek" istenilen doktorlarımızın tıbbi şefkatine sığındı…
 
Bayram boyunca trafikte de kazalar yoğundu. Ölümler, yaralanmalar… İnşallah bilanço eski tatiller gibi ağır olmaz.
 
***
 
Tatil tümden sona ermese de bir bayram daha bitti. Basın Tarihi söz konusu olunca edebiyatçı eski köşeyazarlarının bayram yazıları aklıma geldi. Onlardan biri de Çetin Altan’dı… Babam. Belki de bir önceki neslin edebiyatçı köşeyazarlarının son temsilcisiydi…
 
Bayram yazılarının "akide şekeri" gibi olması gerektiğine dair eski bir gelenek vardı Babıali’de.
 
Bunaltmayan, ağırlık yapmayan, bayramda bir okumalık tatlı bir yaşam kıvancı veren yazılar… 
 
Akide şekeri gibi köşe yazısı nasıl olur?
Çetin Altan’ın on yıl önce, 19 Ağustos 2012’de yazdığı bir bayram yazısına rastladım. Ölmeden üç yıl önce, 85 yaşında…
 
Yazıya olan muhteşem tutkusunun çelik disipliniyle son döneminde yazdığı yazılardan biri. Eski "bayram yazılarına" örnek bir yazı. Aynen yayınlıyorum.
 
***
 
"Dışarıda bayram, bayram bize mahrem" Ahmet Muhip Dıranas
 
Otoyollar yine yüz binlerce arabayla dolu. Pazar gününü de içerdiği için, sadece 2 günlük bayram tatilini fırsat bilenler, deniz kıyılarındaki tatil kentleriyle, aile ziyaretine gidiyorlar. Yolculukları arifeden başlamış durumda.
 
* * *
 
Her bayram tatilinin gidişinde ve dönüşünde olduğu gibi, trafik kazalarının yine artmasından korkuluyor ve bu konuda çeşitli uyarılar yapılıyor. Uyarı muyarı vız... Kazalar yine artıp durmakta...Yüz binlerce arabanın yollara dökülmesi, bir kalkınma göstergesi... Ya onca trafik kazası neyin nesi? Biz kalkınıyoruz ama galiba aynı oranda gelişmiyoruz maalesef; o da bunun göstergesi.
 
* * *
 
Adamın biri, bir kahveye girmiş. Bir çay söyledikten sonra, gidip pencerenin dibine oturmuş. Tüm dikkatiyle gözleri dışarıda, çaydan iki yudum ya içmiş, ya içmemiş; birden kapının önüne fırlayarak bağırmaya başlamış: Yeşilli taraf yukarı, yeşilli taraf yukarı... Tekrar dönmüş yerine.
 
Çayından yine sadece iki yudum içmiş ki, yine birden kapının önünde bağırmaya koşmuş:
-Yeşilli taraf yukarı, yeşilli taraf yukarı...
 
Adam, çayı bitinceye dek en az 5 kez kapıya seğirip devam etmiş bağırmaya:
- Yeşilli taraf yukarı, yeşilli taraf yukarı diye...
 
Sonunda kahveci, merakla adamın yanına gelmiş:
- Neden öyle ikide bir kapıya koşarak, "Yeşilli taraf yukarı, yeşilli taraf yukarı..." diye bağırıyorsunuz diye sormuş.
 
Adam:
- Efendim, demiş; karşıdaki bahçeye ağaç diktiriyorum. Ağaçları, bizim şoförle arkadaşları dikiyor. Arabayı iyi kullandıkları halde, her işi ters yaptıklarından; "50 km’den yukarı çıkmayın" uyarısının bulunduğu asfaltlara, 100 km hızla daldıklarından; güvence kemerlerini bağlamadıklarından, en durulmayacak yerlere park ettiklerinden; ola ki ağaçları da ters dikmeye kalkarlar diye, kendilerini uyarıyorum.
 
Vaktiyle bizim siyasiler:
- Yakında küçük Amerika olacağız, diye tutturmuşlardı.
 
Oldum bittim bizim siyasetçilerin mutlu ufuklar dürbünü, "Alice Harikalar Diyarı’nda"ya ıslıklar çaldırır.
 
* * *
 
Bir Acem, dostuna:
- Ben, diyormuş; öylesine büyük bir ev yaptırdım ki, geçen yıl damına çıkan ustaların elinden kayan keser hâlâ düşüyor, henüz yere varmadı.
 
Dostu da önce gülmüş, sonra:
- Ben de demiş; bir hıyar büyütmeye başladım, büyüttüm, büyüttüm, büyüttüm, kökü İzmir’de olduğu halde, ucu İran hududunu geçmeye başladı...
 
Acem:
- O kadar büyük hıyar hiç olur mu, demiş.
- Olur ya; keseri düşürmezsen, büyüye büyüye ucu bilmem nerene girecek?
 
Neyse ki kimse hıyar mıyar büyütmüyor; siyasetçiler asla tehlikede değiller.
 
* * *
 
Av. Taner Aktop’tan da bir fıkra:
Temel Reis, Dursun’a:
- Şu bizim Hezakat Bey çok iyi bir göz doktoru, diyormuş.
- Nereden biliyorsun?
- Geçen yıl gözümden ameliyat olmam gerekiyordu, param yoktu, Hezakat Bey röntgeni düzeltti.
 
* * *
 
Ahmet Köksal’dan bir şiirle bitirelim yazıyı:
En güzeli
Taş yerinde ağırdır,
Kanat uçarken kanat,
Dudak öperken dudaktır,
Ellerin en güzeli
Çalışırken, sevişirken.
Aklın en güzel işi,
İyiyi, doğruyu savunmak,
Kötüye karşı durmaktır.
 
Çetin Altan

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi