4 Mayıs 1937 Dersim'in kara günüdür!

4 Mayıs 1937 Dersim'in kara günüdür!
On binlerce insan hayatını kaybetmiş ve on binlercesi de asimilasyon edilmek üzere, uzak batı Türk illerine sürgüne gönderilmiştir.

Yusuf BARAN BEYİ*


Osmanlı döneminde yüzyıllarca, Cumhuriyet döneminde ise 15 yıl devam eden bir problem olarak bilinmiş ve bu problemin ortadan kaldırılması için de çare olarak, hep askeri hareketler düşünülmüştür. Dolayısıyla Dersim; Cumhuriyet tarihinin en tartışmalı ve devlet katında sürekli olarak bulanıklaştırılmaya çalışılan en ‘baş ağrıtıcı’ konulardan biri olmuştur. Bulanıklaştırma diyorum, çünkü hem saldırının arka plânı ve niyeti gizlenmiş, hem de yaşanan vahşetin üstü örtülmeye çalışılmıştır. Bu konuda iç ve dış kamuoyu fena halde yanıltılmıştır.

Cumhuriyet hükümeti, Dersim’in tarihini ve savaşçı özelliğini bildiği için, Dersim Kürt katliamını en son safhaya bırakmıştır. Planlar ve etütler yapmış, iletişim hatlarını kurmuş, yol ve karakollar inşa etmiş ve tabi ki Dersim’i silahtan arındırmak için, tüm silahları toplamış ve öyle harekete geçmiştir. Dersim her nedense merkezi hükümetlerin hükümranlığının altına girmemek için hep direnmiştir. Bu nedenlerden dolayı Dersim’i tam olarak tarif edecek olursak, şöyle bir tanım doğruya yakın olacaktır. Dersim; yüzyıl savaşlarına ve büyük direnişlere sahne olmuş, kadersiz ve kederli bir coğrafya olup, zulmün ve ölümün kol gezdiği bir yas kentidir.

1937-38 Tertelesi, Dersim tarihinin en kanlı askeri operasyonlarından biridir. On binlerce insan hayatını kaybetmiş ve on binlercesi de asimilasyon edilmek üzere, uzak batı Türk illerine sürgüne gönderilmiştir. Cumhuriyet hükümeti, Kürt etnisitesine yönelik, inkâr ve imha plânı hazırlamış, bu plânın gereği yerine getirilmek amacıyla tüyler ürpertici, korkunç bir katliam uygulamıştır. Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyaya baktığımızda aynı faciayı görmekteyiz.

DERSİM TERTELESİ, dönemin imha konseptinin en ağır şekli olup; Kürt katliamının son halkasıdır. Dersim’de uygulanan sınırsız bir katliamdan sonra, peşi sıra sürgünler yapılmış, ardından da çok ağır bir dezenformasyon hareketi ve geniş kapsamlı bir asimilasyon projesi uygulanmıştır. Önceden tasavvur edilmiş ‘Tertele’nin arka plânında, Dersim hep ıslah edilmesi ve hizaya getirilmesi gereken bir bölge olarak görülmüştür. Dolayısıyla inatla kuşatılmış, ancak bu ölümcül kuşatmaya karşın, inançla kuşanan bir Dersim gerçeğini görüyoruz.

Seyit Rıza, 14 Kasım 1937 günün gecesinde idam edilmeden önce, M.Kemal’le görüştürülüyor. M.Kemal’in; "Şayet önümde diz çöküp benden af dilersen, idamınızı kaldırırım." Sözü üzerine, Seyit Rıza; "Ben senin hile ve yalanlarınla başedemedim bu bana dert oldu. Ben de senin önünde diz çökmeyeceğim, bu da sana dert olsun."(Basında) Dedikten sonra, Şıra meydanında kendisini bekleyen darağacına götürülür! Arabaların far ışıklarının arasında sehpaya çıkıyor, bakışlarını gecenin karanlığına yatırıp; "Evladı Kerbelayız. Bihatayız. Ayıptır, zülümdür, cinayettir!" diyen Seyit Rıza’nın boynuna sicim geçirilir ve sehpayı ayağıyla devirir! "Aksakallıyla cansız bedeni ipte sallanırken, iki çift ak güvercin, karanlığı yırtarcasına, Elazığ ovasından Munzur dağlarına doğru uçup giderler!" diyen Dersim yaşlıları, halen yastadırlar!

Ve bir Ermeni annenin unutulmayan çığlığı, bakın Dersimli yüreği yaralı bir annenin sesine ne kadar benziyor?

< p>""Karalar verin bize, yastayız. Yazın İstanbul’a! Siyahlar göndersinler bize. Her bir yürekten kan damladığını söyleyin. Onlara huzurlu ve mutlu günler için diktikleri elbiseler, bize yakışmaz, bize siyah lazım, biz yasla damgalandık! Sadece siyah. Baştan aşağı, sadece siyah! Yazın İstanbul’a!"

Adeta aklını yitirmiş bir kadın ise;

"Üç evladımla ateşlerin süngülerin arasında kurtuldum ve bu kara toprakta kaybettim üçünü de, birer birer. Gözlerimden yaş kalmamış, sesimde acı kalmamış. Yüreğim taş gibi sert, isterse dünya virane olsun, yok olsun bana ne!" (Zabel Yesayan/ Yıkıntılar Arasında/Aras)

Evet, sonuç olarak; "Dersim’de neler oldu?" sorusuna yanıt verecek olursak;

Dersim’de süren yüzyıl savaşlarından dolayı, Dersim adeta bir açık hava hapishanesi haline getirilir. Ancak 1937-38 tertelesi sonucu, Dersim hapishane olmaktan çıkarılır. O açık hapishanede bulunanların üstüne gaz dökülüp yakılır, toplu olarak kurşuna dizilir, süngülenerek öldürülür, uçurumlardan aşağıya atılır, zehirli gazlarla boğdurulur, uçakların marifetiyle bombalarla bedenleri paramparça edilir! Geride kalanlar da en kötü şartlarda kara vagonlara bindirilerek, uzak batı illerine sürgün edilir. Bölgede sağ kalan ve ormanların derinliklerinde saklanan kız çocukları toplatılıp yatılı okullarda zorla Türkleştirilir. Köyleri dolaşırken görüp beğenilen kız çocukları subaylar, "besleme" olarak yanlarına aldırırlar. Sonra, bigünah zavallı o kızlar, ortalama bir sokak Türk’üne hediye edilirler!

Yüzyıl savaşlarına ve büyük direnişlere sahne olmuş, sonunda İnsansızlaştırılarak, kadersiz ve kederli bir coğrafya haline getirilen Dersim, zulmün ve ölümün kol gezdiği bir yas kentine dönüştürülür. Ancak yine de sistem vazgeçmez bu yaralı kentten. Misyonerlerini bu kentin içine salıp, yoksullaştırılan bu halkı asimilasyoncu değirmeninde öğütüp, kendi toplumuna entegre etmeye çalışıyorlar. Ama Dersimliler dün direndikleri gibi, bugün de direneceklerdir.

İşte; inatla kuşatılmış, inançla kuşanmış Dersim’in ve de belleklerde, belgelerde ki Seyit Rıza’nın unutulmayan acı öyküsü, üç aşağı-beş yukarı, bir yanıyla böyledir!


*Eğitimci Yazar

Öne Çıkanlar