Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Utanmak şimdi'nin başkasıdır

Dünya, hala gerçeklik iddiasında. Onu çürütecek ve boşa çıkaracak numaralar için, önce cesaretle savaşmayı bir de hiç bayağılaşmadan ve yüzünü kaybetmeden yürümeyi öğrenmelisin.

Aslında size kış romansından söz edecektim, fırtınaların, deniz taşmalarının ardında bıraktığı “bugün de sağ kaldık, çok şükür” romansından. Çıplak ayaklarla kaderine koşan çocukları oyalayacak, onlara bir hayatları varmış duygusu verecek bir masaldan söz edecektim. Market çıkışlarında çocuklarıyla bekleyen kadınların yüzlerinde genişleyerek hepimizi içine alan mahcubiyeti, orada durmasın diye alıp başka yere taşıyacak parmaksız bir elin hikâyesinden.

Dalgalar kıyıya vurdukça suyun yüzeyinde beliren bir ayakkabının kederini uzağa taşısın diye, balıkçı mitolojisindeki suyu taşıran balinadan, başka bir dinde o balinanın karnının içinde uyuyan peygamberden söz eden Kalem suresini tekrarlayacaktım. Bir ayakkabının suda ait olduğu ayağı aradığını unutmaya çalışalım diye, Tanrı'nın kelamını tekrarlayacaktım:

Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı. Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı. Fakat ardından, Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu sâlihlerden kıldı.

Birilerinden yardım almanın, yabancının adaletiyle karşılaşmanın ve sonunda güçlükle de olsa bir gülüşe ulaşmanın; daha önemlisi, dünyadan uzaklaşmanın biçimlerini sunan mitlerle, masallarla gündelik acıyı oyalayacaktım.

Size bu fazla uzamış eziyet çağında, kendilik imgesini korkunç bir bencilliğe dönüştürüp, diğerkâmlığı bir yaban turpu sanan insanın, yarattığı hayal kırıklığını unutasınız diye, okyanusun kıyısında yaşayıp da su bitecek korkusuyla, susuzluktan ölen butimar'ın hikâyesini anlatacaktım.

Yeryüzünün başka yerinde, kesilecek ağacından özür dileyen ve onu törenlerle gönderen o adamın ağaç ona kızmasın diye yürüdüğü uzak yola götürecektim sizi, belki de o tozlu yolda kalmış ayak izinin, bir gün doğacak insana ait oluğuna inandıracaktım. Gelecekte var olanın geçmişte bıraktığı izin, mümkün bir potansiyel olduğunu bağıracaktım ki, sevinecek bir şeyimiz olsun.

Sabah uyandığınızda yaşamak için bir sebebiniz olsun diye, yoluna çıkan taşa bile sorumluluk duyan o eski masal çocuğuna ördüğüm hırkanın modelini anlatacaktım. Çünkü diyecektim, o üşümediğinde hepimiz ısınacağımızdan emin olabiliriz. Bazılarını hep korumamız gerekir. Sonra bir kocakarıdan öğrendiğim kendimizi kendimizden koruyacak o muhteşem iksirin tarifini verecektim. Hepinizi bir anlatı evrenine çağırıp, incelmiş jestlerin ve şimdi hepinize lüzumsuz görünen antropolojik cömertliğin imkânsız olmadığını gösterecektim. Çünkü ben, hemen her şeyi oradan öğrenmiştim. Karşı komşumdan ya da iş arkadaşımdan değil, otobüste bana çarpan, sırada önüme geçen o kadından değil, hatta kendimden hiç değil. O zamandan beridir şaşarım işte, o kadar incelikli kitapları okuyup nasıl böyle kaba davrandığımıza birbirimize. Armağan ekonomisinin arkaik biçimlerinden kuramsal sonuçlar çıkarıp her şeyi sadece kendimize saklayan bencilliğimize.

Her şeyi kurmaca ya da tarihsel anlatılardan öğrenmiştim. O zamandan beridir şaşarım işte, bu kadar çok müşterekten söz edip katıksız bir ben'in içine nasıl girdiğimize.

Derinlik kaybına çözüm bulamayacağı piste çamurlu çizmelere taktığı kırmızı fiyonkla girişinden belli olan neo-liberalizmin filozofları, yüzey estetiğinden söz edip duruyorlardı bir ara. Sonra ne yaptılar bilmiyorum, belki de bir temizlik malzemesine vermişlerdir adını. Yüzeyi çizmeyen yumuşak dokulu madde. Bütün hayatımız. Yüzeyin altında ise yeraltı canavarları işkence biçimlerini geliştirerek derinlik simülasyonu yaratıyorlar. İşte bütün bunları birbirinden ayıracak anlatıların dokusu, ezber ilmeklerin arasındaki minik düğümlerle başka bir şeyden söz edecektim size. İki düz bir tersten oluşan doku değildi bu. Büyülü düğümlerle yaratıyordu değişimi.

Şu aşağıdaki haberlerin bildirdiği dünya, hala gerçeklik iddiasında. Onu çürütecek ve boşa çıkaracak numaralar için, önce cesaretle savaşmayı bir de hiç bayağılaşmadan ve yüzünü kaybetmeden yürümeyi öğrenmelisin diyor o düğümler. Bir gün bu haberlere, ağacından özür dileyen o adamın ayak izinden var olacak yeni koloniler utançla, utançla bakacaklar. Utanmak, şimdinin başkasıdır, onlar yerimize de utanacaklar.

Van'ın Edremit ilçesinde “örgüte yardım etmek” iddiasıyla gözaltına alınan ve çıkarıldığı mahkeme tarafından 9 Mayıs 2022'de tutuklanan, sağlık sorunları nedeniyle 7 Eylül 2022’de tahliye edilen 81 yaşındaki Makbule Özer, Adli Tıp Kurumu’nun verdiği “Cezaevinde kalabilir” raporu üzerine tekrar cezaevine girecek. AKT’nin verdiği bu kararın diğer bölümünde ise, Özer’in tekerlekli sandalye ile muayeneye geldiği, astım, nefes darlığı, diz, ayak, bilek hareketlerinin kısıtlı ve görme kısıtlılığı olduğu notları düşüldü.

Faslı bir göçmeni bir akşamüzeri sırf biriyle tartıştığı için alıp buzdolabına koymak üzere götürdüler ve sabaha kadar buzdolabında beklettiler. Ertesi sabah sayıma geldiklerinde bir kişi eksik çıkınca bize nerede olduğunu sordular, ben de onlara “buzdolabında” deyince çıkardılar ve onu bir daha yanımıza getirmediler.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi