Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

Üstümüzden geçen bu ağır hukuksuzluk neyin nesi?

Yas tutmak, ağlanmak, söylenmek değil, yapmakta olduğunu yapmasını engelleyecek karşı gücü oluşturma çabasına girmek, bu çaba içinde olanlarla dayanışma yollarını bulmak gerek. Ortada hukuksuzluk değil, gasp rejimi hukuku var. Anti hukuk bu.

Şimdilerde birbirine düşen “ana muhalefet”in sloganı yerini buldu aslında: Geliyor gelmekte olan. Geliyor lafın gelişi, çoktan geldi, geçiyor bile. Üstümüzden geçiyor, içimizden:
Madımak’ta zamanaşımı kararı, Gezi kararı, Musa Anter dosyasında zamanaşımı, 3 Ekim’de “zamanaşımı dolacak” olan yani beklenen Vartinis kararı… gelmiş ve gelmekte olanın üstümüzden geçtiği ve geçeceği kararlar. HDP’ye kapatma davası, Kobane davası, Merdan Yanardağ davası filan da aynı çerçevede. Çerçevenin içindeki fotoğrafı tamamlayan son enstantanelerden biri de HDP’ye kapatma davası açan Yargıtay Başsavcısının Akşener’in partisini ziyaret etmesi oldu. Bütün bu olan bitenlere karşı yas tutup ağlamak ya da “Geççek geççek” diye dua etmekten başka bir çare geliştiren de yok ortalarda.

Feryat figan haklı da olsa fazlasıyla can sıkıcı bir hal almaya başlamadı mı? Anayasaya uymuyorlar, hukuka uymuyorlar, yine adaletsizlik, yine hukuksuzluk, AB süreci kesin bitti, bu hukuksuzlukla yatırım da gelmez ha, zaten böyle devlet olmaz, falan filan. Oysa olur böyle devlet. Bal gibi olur. Devlet dediğin hatta böyle olur zaten. Yatırım da zaten bunun için gelir, geliyor, gelecek.

Üstümüzden geçen bu ağır hukuksuzluk gerçekte gelmiş ve gelmeye devam eden yeni devletin vasfı. Devlet çünkü bir şiddet aygıtıdır her şeyden önce ve “hukuk” denilen şey onun şiddetini meşrulaştırma yol yöntemlerinin sistemleşmiş halidir. Devlet temelde bir şiddet eylemleri bütünü olarak belirir, şiddeti galebe çaldıktan sonra hukuk zuhur eder. Elbette “devlete karşı, devleti sınırlayan” bir hukuktan bahsedebiliriz ama bu ancak bir mücadeleler toplamıyla mümkün olabilir; bu türden bir mücadele için gerekli “karşı şiddet” yoksa geçmiş olsun.

Devletin temelindeki şiddet, bir kuruluşta görünüyorsa eğer bir de yıkılışta ya da yeniden kuruluşta görünür. İşte biz bunu görüyoruz: Yeni devlet, kendi hedeflediği yeni hukuku kurmak üzere şiddet aygıtını çalıştırıyor, yargı teşkilatı da bu aygıtın parçası olarak iş başında. Gezi davasındaki hüküm, yeni bir devletin inşaat şantiyesinde iş başında olan şiddetin emrettiği kararlardan biri sadece. Bildiğimiz, tanıdığımız, kimi itirazlara rağmen “hukuk” olarak kabul ettiğimiz norm, ilke ve muhakeme yöntemlerine aykırı görünmesi, yani bildiğimize göre hukuk değil de tamamen “anti hukuk” görünmesinin sebebi, devletin kökenindeki çıplak ve güç sahiplerinin arzularından başka kuralı olmayan şiddetin iş başında olması.

Ağlayarak, feryat figan edilerek baş edilebilecek bir şiddet türü değil bu. Kuruluşta ve yıkılışta ortaya çıkan çıplak, egemen idarecinin arzularını tek kural olarak tanıyan şiddet, kendisini durdurabilecek karşı güçler hariç hiçbir sınır, ilke, kural, norm ve ahlak tanımaz. Devlet gücünün bu şekilde belirmesine eşlik eden ve “şiddetin toplumsallaşması” diyebileceğimiz hadiseler, yani mafyaların, organize sivil şiddet gruplarının ortalığa saçılması bu ilkesiz kuralsız, normsuz ve ahlaksız faaliyetin olağan bir sonucudur. Çünkü bütün bu “ağır hukuksuzluk” kurulan yeni devletin ihtiyaç duyduğu sermaye için seferber edilmiş “gasp” mekanizmasının ihtiyaç duyduğu hukuksuzluktur. Yatırım gelecektir, çünkü yatırım denilen sermaye böyle bir “gasp”ın ürünüdür. Ortada bir hukuksuzluk yok, gasp rejiminin hukuku var, yeterince zaman geçince olağan hukuk olarak görüneceği inancıyla iş başında. Emeği gasp ediyor, artı değeri gasp ediyor, bilgiyi gasp ediyor, inancı gasp ediyor, kimliği gasp ediyor, bedeni gasp ediyor.

Çok tekrar edilenin aksine sermaye evvel emirde “hukuk”un değil “hukuksuzluk”un güvencesini arar; yoksa anlı şanlı Türkiye ve işbirliği halindeki dünya alem sermayedarları, Osman Kavala’ya reva görülen ağır hukuksuzluk konusunda böyle bir mutlu sessizlik içinde olmazlardı. Kuruluşu süren yeni devletin sahipleri bunu iyi bilen bir heyetin üyeleri, herkese tekliflerini gayet açık biçimde ortaya koyuyorlar: Yargıtay Başsavcısının İYİ Parti ziyareti mesela, bu tekliflerden, demek ki pazarlıklardan biri sadece: genel seçimde yapacağını yaptın tebrik ederiz, şimdi yerel seçimde de yapacağını yaparsan yeni devletin imkanlarından gayet iyi yararlanan güzel bir parti olarak tanırız sizi. Elbette bu teklif ya da öbür görünümüyle “nezaket ziyareti” daima bir tür şantajla, yeni iş başındaki şiddetle de beraberdir: Bakın biz size geliyoruz, bugün nezaketen yarın ama “hukuken” de gelebiliriz. İYİ Parti HDP değil, Akşener Demirtaş değil, elbette başsavcının bu nezaketli davetine icabet edecek, yoksa gitmezdi zaten, pardon gönderilmezdi, hadi gönderildi kabul edilmezdi.

Hasılı kelam, bütün olan bitende yasasız, hukuksuz, ahlaksız görünen şey, eski dönemin yasasının, hukukunun ve ahlakının temelinde yer alan egemen çıkarına çıplak (kuralsız) şiddetten başkası değildir, şimdi kendisini yeniden oluşturma süreci içindedir. Yas tutmak, ağlanmak, söylenmek değil, yapmakta olduğunu yapmasını engelleyecek karşı gücü oluşturma çabasına girmek, bu çaba içinde olanlarla dayanışma yollarını bulmak gerekir. Bu yolun bulunacağı yer, bu şiddet temel hedef ve mağdurlarının olduğu yerdir: Sömürülen işçi, ezilen köylü, yok edilmek istenen Kürt, yok edildiği için sevinç duyulan Rum, Ermeni ve Yahudi, eşit sayılmayan Alevi, iş başındaki hukuksuz şiddetin zulmettiği tutsaklar… “Hukuk devleti” dua ile gelen bir şey değil, hukuksuzluğu karşı güçlerin mücadelesiyle tasfiye ve tesviye edilmiş şeydir, eğer mümkünse böyle bir şey.

Yerel seçim geliyor, bütün bu kararlar, ziyaretler, açıklamalar, yasaklamalar, tutuklamalar bir şey diyor: Bu seçimde yeni/inşaat halindeki devletle mi birliktesiniz, yeni devletin yok etmek, ezmek istedikleriyle mi birliktesiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi