Şarkıların söylediği

Şarkılar bize ne söylüyor, yeni dönemin bakışı, dili ve müziği hangi rotada seyrediyor, bunu anlamak için özellikle “dilleri kopartılmak” istenen kadın müzisyenlere bakmak gerekiyor. Çünkü onlar yeniden inşa ediyorlar hayatı.

Son yıllarda şarkılarıyla dikkat çeken, anlattıklarıyla belli bir kesimin nabzını tutan kadın müzisyenlerinden Nova Norda, Deniz Tekin, Sena Şener Ve Gülinler’in şarkılarına dair yakın bir okuma yaptım.

Onları bu yazıda buluşturan, varoluş, derinlik, gerçeklik ve sahte kavramlarına yaklaşımlarıydı. Şarkılar bize ne söylüyor, yeni dönemin bakışı, dili ve müziği hangi rotada seyrediyor, bunu anlamak için özellikle “dilleri kopartılmak” istenen kadın müzisyenlere bakmak gerekiyor. Çünkü onlar yeniden inşa ediyorlar hayatı.

GERÇEK Bİ’Şİ’ VERİN BANA

“Gerçek bi’şi’ verin bana”. Böyle diyor Nova Norda 'Paralel Evrende Dünya Tarihi' albümünde yer alan Zorba şarkısında. Herkes gerçek olan duygunun peşinde. Derinlik istiyor. Sahte ya da Nova Norda’nın ifadesiyle "fake" olandan uzaklaşma arzusu var herkeste.

Son yıllarda kadın müzisyenlerin şarkılarında öne çıkan en önemli temalar; derinleşme, değişim, gerçeklik arayışı, sahte olandan kaçma, özgürleşme arzusu.

Yüzeysel ve sahte olan şeylerin içinde, kendilerini güvensiz hissetme, varoluş kaygısı, saklı olanı bulma gibi kavramlar öne çıkıyor. Ancak bu durum onların, geri çekilme değil, değiştirme arzusunu kamçılıyor. Dolayısıyla içerden dışarıya ortak bir duyguya, benzer çoğul seslerin yayılmasına şahit oluyorsunuz.

Her dönem kendi dilini, bakışını yaratır. Son yirmi küsur yıllık zaman diliminde otoriter yapının şiddetini arttırarak her alanda kendini göstermesi, özellikle kadınlar üzerindeki baskı ve şiddetin tırmanması, çıkan seslerin de içeriye, kendine doğru uzanmasına neden olmuş. Ancak orada gürleşmiş, büyümüş. “Ömrü yasaklarla paslanmış” kadınların sesi hep bir ağızdan çıkıyorsa, en derine inmekte fayda var.

“Acı bir savaşsa dil olur yangın yeri” diyor Nova Norda şarkısında. Belki bu yüzden Nova Norda’nın şarkı dilinde (yer yer) “kal’cak, korkuyo’lar, bi’şi… gibi kelimeler geçiyor, bazı harfler düşüyor. Belki kendisinin konuşma dili budur, bu dil gayri ihtiyari şarkılara taşınıyordur. Gençlik dili. Yani böyle bir jargon var.

Yangın yeri diye tanımladığı ise, harflerin yutulmasından çok kelimelerin yüklendiği çığlık. Zorba adlı şarkısındaki “İnadım zorbaya/ ne utan’cam lan ben/ bu oyun kesin bi’ beta… herkes bilir içten içe/ bur’da herşey fake… ” sözleri ve buna benzer ifadeleri Nova Norda’nın sesinin diğerlerinden farklı çıkmasına olanak sağlıyor.

Müzikal açıdan bakınca da, şarkılarını yorumlama biçimi seçilebiliyor. Aslında yeni dönem müzikteki bu tarz sesin, elektropop tarzının en iyilerinden biri o. Müziği durağan değil, farklı seslerle çeşitlilik sunuyor. Sesindeki iniş çıkışlarla, bazen şarkı içinde kendiyle düet yaparmış gibi, iki sesin karşılıklı veya peş peşe mırıldanması ya da coşmasıyla bir anda şarkının atmosferi değişebiliyor.

Şarkıları bireysel olanı anlatırken, kendi kuşağının ruh halini, bakışını da anlamımıza olanak sağlıyor. Kendini bilmek, bulmak, aynadaki imgeye bakmak, günah, mubah gibi kavramlar şarkılarında sorgulanıyor.

Günah ve mubah meselesi tüm iktidarlar gibi, hatta onlardan daha fazla, bugünün siyasi erkinin de ideolojisi. Bu dilin arttırılmış dini referanslarla kadını ve bedenini tekrardan kontrol altına alma çabasının yansıması sanki. Buna karşılık kalıplardan, sıfatlardan, etiketlerden sıyrılmak, değişimi öncelemek, var olmak gibi meseleleri merkezine koyuyor Nova Norda.

Yeni dönem kadın müzisyenlerde hikaye anlatmaktan çok, bir durum, oluş, içinde bulunduğu an daha çok dile geliyor. Nova Norda’da da durum böyle ama zaman zaman hikaye tadında anlatımlara da rastlanıyor. Bu yüzden Nova Norda heyecan duyduğum isimlerden biri.

İSTİKBAL MAHKEMELERİNDE UÇURTMAMIZI VURMUŞLAR

İçinde bulunduğu anı, bir durumu, oluşu anlatan isimlerden biri de Deniz Tekin. 1997 yılında doğmuş, çok genç bir müzisyen. Buna karşın kendi kuşağında hem çok etkin hem de belirleyici bir konumu var. Ya da bende yarattığı izlenim bu. Çünkü benzer bir söylemin çoğaldığını görüyorum. Belki de dönemin ruhuyla ilgilidir bu.

Dolayısıyla son yılların en çok dikkat çeken isimlerinden biri Deniz Tekin. Hem değişik ses tonu ve söyleme biçimiyle dikkat çekiyor hem de kendi kuşağının sorunları, o kuşağın bakışı ve dili şarkılarına yansıyor. İlk albümü 'Kozakuluçka' 2017 yılında çıksa da, daha öncesinde onu dijital platformlarda söylediği cover şarkılardan takip ediyordum.

On altı yaşından beri şarkı söylüyor. Albüm dışında son yıllarda çıkardığı EP’ler, tekliler, ortak çalışmalar son hızla devam ediyor. O nedenle geniş bir dinleyici kitlesi var. Şarkıların müzikleri sakin, sade, belli bir ritimde ilerliyor. Bu, sesinin rengiyle paralel gidiyor. Yorumuyla, melodisiyle büyük bir sadelik sunuyor. Şarkılarında, bir arkadaşıyla konuşur gibi yavaş ve sakince anlatıyor derdini. Bazen de sesini hızlı hızlı konuşur gibi yükseltiyor. Genel olarak şarkılarında melankolik bir atmosfer var.

Şarkılarının merkezine gündelik hayat, yola çıkma, kaygı, monotonluğu kırmak meselelerini alıyor. Aşk da var elbet. Tüm bunları, İstanbul’un sokakları, mekanları içinde, bazen bir takım nesneler aracılığıyla yapıyor ve gündelik hayatın bir kısmını veya duygularını anlatıyor. Mesela Depozito adlı şarkısında, hayatının bir günlük kesitini, evde ve dışarda yaptıklarını anlatıyor ve bu şarkıda öne çıkan nesne şişe. O günkü ruh halini, iki kola şişesinin elinden kayıp yuvarlanmasıyla birleştiriyor. Şişe yuvarlanırken duygular da yuvarlanıyor. Duygular yuvarlanırken, hayatta hiçbir şeyin garantisi olmadığı çıkarımına ulaşıyor dinleyici.

Şişenin yuvarlanmasında can sıkıntısı, tembellik, boş vermişlik duygusu da açığa çıkıyor. Şarkılarında geçen nesneler, mekanlar, semtler görsel bir anlatım sunuyor. Ancak bu anlatımda konudan konuya atlama eğilimi var. Bu bir fotoğraftan başka bir fotoğrafa geçmek gibi. Bir mekandan başka bir mekana, bir duygudan başka bir duyguya… Ama sonunda mutlaka bir yere bağlanan tüm o fotoğrafların birleştiği ortak duyguyu ustaca önünüze koyuyor.

Fotoğraftan fotoğrafa, bir duygudan başka bir duyguya geçiş, aslında zamanın kesitlerini verme eğilimini yansıtıyor. Gün içinde değişen duygu durumunda, yaşadığımız çağın hızı, zaman algımızın değişmesi etken. Her şeyin çok çabuk değişmesinin göstergesi bu. Şarkılarında ve söylemindeki dinginlik, belki de bu hıza karşı gelmek içindir.

Asıl meselesi yola çıkmak ve gitme isteğini köpürtmek. Gitme arzusunda iç sıkıntısı ve monotonluğu kırma, yani bir değişim isteği var. Bu değişim, şarkısındaki gibi, "canavarı yenmeyi", kısacası bariyerleri aşmayı da içeriyor.

'İstikbal Mahkemeleri' şarkısında geçen “E, Leyla bi çay koy da gel/canavarı yendim ama prenses kaşar olmuş” sözleri masallarla, Leyla ile Mecnun gibi aşk hikâyeleriyle büyümenin gerçekliğini yansıtıyor. Anlatılan aşk hikâyeleri de, prens, prenses masalları da Deniz Tekin tarafından bozguna uğratılıyor.

Bunu bozgun olarak adlandırmamın nedeni, bize anlatılanla gerçek hayatta karşılaştığımızın aynı şey olmaması. Masallar veya hikayeler aslında bu düşünceye aracılık ediyor. Asıl mesele, uyutulmuş bir kuşağın doğumunun gecikmesi, uyanmasına engel olunması.

Şarkının devamında Deniz Tekin “bizi henüz embriyoyken bi’ kuluçkaya koymuşlar/ ve on sekizimize kadar maalesef doğurmamışlar/ üzgünüm dostum bize pek bi’ seçenek sunulmamış/ İstikbal mahkemelerinde uçurtmamızı vurmuşlar” sözleri de bunu anlatıyor. Kendi kuşağının içinde bulunduğu durumu, kendi kurdukları bu yeni dille anlatıyor Deniz Tekin.

4lu-deniz.jpg

HEP BİR KÖPRÜ ORTASINDA

Gerçeklik arayışı Sena Şener’de aşk kavramıyla birlikte ele alınıyor. Şarkılarının genelinde sevgiliye sesleniş var. Bu sesleniş özelinde, sevgili gibi görünse de, aslında hem kendine hem hayata hem de bir oluş meselesine dokunuyor.

Şarkılarında kendi olmak, doğru, yalan, gerçek, sahte, sevmek, sevmemek, cesaret, korku gibi sözcüklerin tartıldığını görüyoruz. Terazinin bir tarafına iyi olanı diğer tarafına kötü olanı koyuyor. Bu tavır, hem hayatı hem de kendini, çevresindekilerle beraber tartma eğiliminden kaynaklanıyor.

Kuşkusuz o gerçek olanın yanında. Ancak sahte olanın gerçeği aşağıya çektiğini de görüyor. Hem aşkta hem de hayatın içinde. Mesela 'Porselen Kalbim' şarkısında “benim porselen kalbim karanlık bir çağa düşmüş… benim porselen kalbim yalandan bir tenha…” diyor. Kalbini porselene benzetmesi kırılganlığına vurgu. Aynı zamanda porselenin ışık geçirgenliğine sahip olması şeffaflığı da ifade ediyor.

Bu şeffaflık, gerçeğin görünür olmasına da olanak sağlıyor. “Yalandan bir tenha” kavramını gerçeğin bir tenhalığı olarak okumak da mümkün. Aşktaki kırgınlığından, kalbinin yüz bin parçaya dağılmasından da söz etmek gerek. Şarkı biraz da bunun için yazılmış. O nedenle "yüz bin parçaya dağılmak" ile "çürük bir köprünün ortasında" ruhun kaybolması arasında bağlantı kuruyor: Bir insanı diğerine bağlayacak köprülerin artık bu işlevi taşımadığını vurguluyor.

2018 yılında yayınladığı ilk albümü 'İnsan Gelir İnsan Geçer’de bu meselelerle beraber bir kimlik meselesini de öne çıkarmıştı Sena Şener. Ben kimim sorusu, biz kimiz sorusuyla paralellik gösteriyor. “Özenle dokunmuş kilimin” dokusunda özü bulma arzusu, yaşadığı coğrafyanın dokusundan, hafızasından, kendi bilinci ve bilinçdışından kaynaklanıyor.

Sena Şener bilinçdışında saklananları, korkuları, muammaları, kilime atılmış ilmeklerle birleştiriyor. İlmeği atan kişinin duygusu, hüznü, gizi, tüm oluşları, kilimin dokusuna yükleniyor. Bu, hem kişisel olanın hem toplumsal olanın özünü bulma çabası.

Albüme adını veren bu şarkının sözlerinde yer yer halk şiirini çağrıştıran bir söylem görmek de mümkün. Aynı albümdeki Yalnızım adlı şarkıda, Sena Şener’in “ben kimim sorusuna”, “nedir yaşamak” sorusu ekleniyor. “Ne aşk anlar, ne de şarap/ belki yaşlı bir meşedir/ hayat, yalnız nüktedir” sözleri içerdiği eğretilemelerle anlamı zenginleştiriyor. Şarabın meşe fıçılarında bekletilmesiyle hayatın yaşlı bir meşeye benzetilmesi arasındaki bağ, demlenmek, yıllanmakla ilgili. Yaşamın, dünyanın eskiliğine bir gönderme de aynı zamanda.

Aşk da yaşam kadar eskidir. Ya da insan var olduğundan beri aşk da vardır. O yüzden ne aşk haram ne de şarap, diye devam ediyor şarkısında. Şarap, aşk, sarhoşluk, hayatın bu çakırkeyiflik hali içinde bir nükte, bir şaka olması, gerçekte hayatın getireceği sürprizlere yönelik bir bilinci de içeriyor.

'Yine Parya İçin Hep Günöte' şarkısında, “tamu parya” diye seslenmesi dikkat çekici. Hindistan’da, kast sisteminin dışında kalan, horlanan, aşağılanan, hiçbir toplumsal sınıftan olmayan insanları tanımlayan “parya” sözcüğünü, eski dilde cehennem anlamına gelen “tamu” ile birleştiriyor. Ve sadece Hindistan’dakilere değil, tüm coğrafyalardaki paryalara biçilen hayatın aslında cehennemin ta kendisi olduğunu vurguluyor.

Sena Şener’in çok genç yaşta yazdığı bu şarkılar, yaratmış olduğu metaforlar, hem iyi bir okur olduğunu hem de hayatı kavramada yaşın pek de önemli olmadığının göstergesi. Bunun dışında Sena Şener ilk albümden bugüne değin o amatör ruhu, heyecanı kaybetmeyen bir müzisyen. Bu duruş onun yazdığı şarkıları her seferinde daha da yukarıya taşıyor.

Sesinin rengi hem buğulu, hem yırtıcı. Şarkıları yorumlama biçimini ve sesini seviyorum. Son yıllarda rock müzik ivmesini kaybetmişken Sena Şener’in özellikle son çalışmalarında rock müzikle daha sıkı bağ kurmasını ve bu sesi yükseltmesini de önemsiyorum. Yeniden rock müzik hem de oldukça iyi bir sesle…

HERKES KENDİ BOŞLUĞUNU ARIYOR

Gülinler de, sesini, tavrını özel bulduğum, farklı bir isim. Tüm kimliklerden arınarak söylüyor şarkılarını. Belki fazla iddialı olacak ama onun cinsiyetsiz bir söylemi olduğunu, dolayısıyla ondaki derinleşmenin, insan olabilme çerçevesinde ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

Geçmişinde tiyatro eğitimi ve Semaver Kumpanya var. Sonrasında Büyük Ev Ablukada ile müziğe başlıyor. Onu Galveniz Gelbiraz adıyla Büyük Ev Ablukada'yla tanıdık. Bu grubun söylediği meşhur Dinozorlar şarkısı ona ait.

Az ama öz üretiyor. O, 'Teker Teker' şarkısında söylediği gibi belki kuşlarla konuşuyor ama daha çok sesleri dinliyor. Denizin sesi, rüzgarın, doğanın sesi, araba kornaları, çocukların, çarşı esnafının, şehrin sesi şarkılarına karışıyor. Müzik akarken, dışarının sesi siniyor şarkılarına. İçerinin dışarıdan bağımsız olmadığını göstermesi dışında başka bir anlayışın izini de taşıyor bu sesler.

Mesela Dinozorlar şarkısında yaratılan ses efektleriyle evrime, oluşa göndermeler yapıyor. Şarkı sözleriyle de bunu destekliyor. “Önce su vardı dünyada/ sonra sürüngenler süründüler/ ardından dağlar buluştular/ tüm bunları izledi dinozorlar…” diyor. Sonra dinozorların gerçeği kaldıramayıp gittiklerinden söz ediyor. Bir gerçeği başka bir gerçeklikle anlatıyor aslında.

Jeolojik dönemlerde toplu yok oluşların bilincini, bu çağın insanının yok oluşa giden yolculuğuna bağlıyor. Dinozorlar büyüklüğü, ağırlıklarıyla nerdeyse yerküreyi bile sarsarken, kendini dev aynasında gören insanın unuttuğu küçüklüğünü, incelikli bir ironiyle karşılaştırarak anlatıyor. Yani yeni bir şey yok. Hem başlangıçta hem de yıkılışta. Ama tüm olan bitenlere ve bugüne baktığımızda, bir şeyi başka bir şeyle birleştirmenin yeni gibi sunulmasının sahteliğini işaret ediyor Gülinler.

Şarkıları genelde bu bakışı, yapay olanın organikmiş gibi sunulmasının bilincini taşıyor. Kaldı ki organik diye bir şeyin olmadığının farkındalığı da var burada. Dolayısıyla herkes kendi boşluğunu arıyor. Hafızalar bir vagon gibi tıklım tıkış. Öyle diyor 'Boşluk' şarkısında.

Peki boşlukların tamamen dolduğunu düşünelim. Mesela bizi oluşturan atomlar arasındaki boşluk tamamen dolsa ne olurdu? Zihnin sıkıştığını, hatta yeryüzündeki tüm insanların bir kibrit kutusuna sığdığını gözümüzün önüne getirelim… Atomlar arası boşluklar dolduğunda olacak şey buymuş. Sanırım yaşadığımız da buna benzer bir şey.

Gülinler’in şarkısında vurguladığı öyle bir güne uyanıyorsunuz ki içeri güneş bile sızmıyor. Yani bu çağın insanı kuşatılmış bir ağın içinde mutsuzluk ve yalnızlıkla sıkışarak debeleniyor. Kısacası fiziksel olarak başımıza gelmesi muhtemel olan trajedi, sosyolojik olarak geldi. İşte bazı şarkılar insanın kendisini böyle düşünceler içinde bulmasına neden oluyor. Hem de cayır cayır cayır cayır…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Deniz Durukan Arşivi