Sana söz sevgili dostum, ölmeyeceksin

Ölümlere tanıklıkla büyümüş iki Kürt olarak her sohbetimiz “hayatta kalmış olmanın mahcubiyetine” varıyor, tesadüfen yaşıyor olmanın bilinciyle yükümüzü hafifletmeye çalışıyorduk. Sana söz güzel bakışlı, devrimci, yazar dostumuz, asla ölmeyeceksin.

Ortak dostumuz Fatin Kanat aracılığıyla tanıştığımız ilk akşam, 12 Eylül darbesi döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadığı vahşetin bahsi açılınca “sizler bizim kuşağın kahramanısınız” demiştim. Dolan gözlerini saklamak için olacak; ayağa kalkıp bana içtenlikle sarılarak “sevgili dostum, hiçbir kahraman o hapishaneden sağ çıkamadı” demişti.

Tanışmamız bundan 15, belki de 20 yıl kadar önceydi. Necmettin Salaz öyle bir insandı; daha ilk tanışmada, sanki hayatınız boyunca size içtenlikle eşlik etmiş bir dost duygusu uyandırırdı. Hatta ilk tanışmamızın ertesi günü onu başka biriyle “çok eski dostum Necmettin Salaz” diyerek tanıştırsam, eminim buna bir itirazı olmaz; karizmatik sesiyle kuracağı kitabi cümleleri sayesinde mutlaka bu sözümü hakikate bağlayacak bir kulp bulurdu.

Gazeteci Fehim Işık onun için derviş gibi yaşadı” diyordu Medya Haber’deki bir programda. Öyleydi gerçekten de. Bundan aylar önce konuştuğumuzda “biraz sağlık sorunlarım var” demişti ama sanki nezle olmuş gibi hemen bunun üstünden atlayıp sohbeti ülke meselelerine geri getirince ben de deşmemiştim. Sohbeti güzeldi, çok güzeldi. 2010 yılında hapis cezası aldığımda, “abi içeri girersem seninle aynı koğuşta olmayı isterim” dediğimde, “yahu beni niye yakıyorsun sevgili dostum” diye kahkahayı basmıştı.

13 yıldır sürgün olarak yaşadığı Süleymaniye’yi seviyor ama “Kuzey’e” dönmeyi dört gözle bekliyordu. “Hele şu faşizm dalgası üzerimizden bir geçsin, Van Gölü’nün diplerinden çıkmışcasına derin bir nefes alırım” diyordu.

Şimdi telefon kayıtlarıma tekrar bakıyorum; en son 22 Ağustos günü, sık sık öksürdüğü için ne yazık ki sadece 26 dakika konuşmuşuz. O gün sosyal medyada yayınlanan bir TV programından birkaç dakikalık bölümü izleyince hemen bir sorun olduğunu anlayıp telefona sarılmıştım. Renginin neden bu kadar solgun olduğunu, neden bu kadar zayıfladığını sorunca “canım kardeşim, o zaman söylemedim ama siroz diye bir belayla uğraşıyorum” demiş, konuşmasını bölen öksürük için de “merak etme, öksürüğümün bununla bir ilgisi yok” diye yuvarlamıştı konuyu.

Necmettin Salaz’ın sürgünlüğü, Oslo’da MİT-PKK görüşmeleri yapılırken yargı içindeki Fetullahçı ekibin başını çektiği KCK operasyonlarıyla başladı. AKP’nin “12 Eylül darbesiyle hesaplaşıyoruz” yalanı ve Fetullah Gülen’in “imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda 'Evet' oyu kullandırmak lazım fetvası eşliğinde yapılan 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu’ndan hemen sonra, 12 Eylül darbesinin mağduru bir yazar, bir devrimci olarak Necmettin Salaz hapse atılma riskiyle karşı karşıya kalmıştı.

Zira o dönem devam eden KCK operasyonlarda bazı Kürt siyasetçilerin evlerinde “ele geçirilen” kitaplardan biri de onun Diyarbakır Cezaevi mahpusluğu dâhil gençlik yıllarını anlattığı “Kürtmüşüz” kitabıydı. Polisin bu kitabı “suç delili” sayması üzerine yazarı Salaz da her an tutuklanabileceğini bilerek 2011 yılında “yurtdışına” çıktı. “Yurtdışı” tırnak içinde tabii; Necmettin Salaz yapay sınırlarla bölünmüş yurdunun bir parçasından öbür parçasına, Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentine geçmişti.

Gençlik yıllarını, sonuna kadar hak ettiği güzellikler içinde değil, beş yıl boyunca Diyarbakır Cezaevi vahşetinde geçirmiş, oradan onlarca arkadaşının cenazesi çıktığı için sağ kalmış olmaktan bile mahcubiyet duymuş Necmettin Abi, her görüşmemizde “bir daha o dört duvar arasına girmeye niyetim yok sevgili dostum” diyor, ama Kürdistan’da da olsa kendini sürgünde hissediyor ve Van Gölü’nü çok özlüyordu.

Savaş koşullarında, ölümlere tanıklıkla büyümüş iki Kürt olarak her sohbetimiz bir şekilde “hayatta kalmış olmanın mahcubiyetine” varıyor, tesadüfen yaşıyor olmanın bilinciyle yükümüzü hafifletmeye çalışıyorduk.

Son görüşmemizde 26 dakika boyunca sürgünlük, göç ve ölüm üzerine konuştuk. Bahis ölümden açılınca, “biliyorsun, Diyarbakır zindanından çıktıktan sonraki bütün yaşamımı bana karşılıksız verilmiş yeni bir hayat olarak kabul ettim. O yüzden şimdi ölsem de gam yemem” deyince, her zamanki şom ağzımla “Necmettin abi, şu sıralar ölmeyi aklından bile geçirme, senin acınla baş edecek halimiz yok” diye kendimce espri yapmıştım. İçten bir kahkaha atıp “Yahu sen deli misin sevgili dostum! Beraber Van Gölü’ne ayaklarımızı sokmadan ölmeye hiç niyetim yok” demiş, ama sonra da şu umutsuz sözleri sarf etmişti: “Gerçi ölmesem de şimdiye kadar gördüğümden farklı bir şey göreceğimi sanmıyorum. Bu Ortadoğu’nun laneti yakamızı bırakmayacak. Ama sana söz sevgili dostum, ölmeyeceğim.”

Ölüm ilanında yazıldığı gibi, 1958 yılında Van’da dünyaya gelen Necmettin Salaz, 1979 yılında Van Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. 1970’li yılların ortalarına doğru Kürt sol hareketlere yakınlaşmaya başlayan Salaz, sınıf ve ulusal mücadeleye yönelik etkinlik ve eylemler içerisinde yer aldı. Yürüttüğü çalışmalar nedeniyle 1980 Askeri Darbesi’ne kadar birçok kez tutuklandı, 1980 yılında gerçekleşen 12 Eylül askeri darbesiyle Diyarbakır’a götürüldü. Bu süreçte öğretmenlik mesleğinden atıldı, kamu hizmetlerinden de ömür boyu men edildi. Medya Haber TV’de de Başur Gündemi isimli bir program sunan Salaz’ın, “Bir Özgürlüğe Yürüyüş Destanı – Adule”, “Bir Derenin Gözyaşları – Zilan”, “Ortadoğu’nun Hiroşiması – Halepçe”, “Roboskî’ye Ağıt”, “Kürt’müşüz” ve “Gözlerin Gözlerime Kapı Komşu” adlı kitapları ve çok sayıda makalesi yayımlandı.

Necmettin Abi’nin “sana söz sevgili dostum, ölmeyeceğim” sözü hükümsüz kalmış değil. Yaptıklarıyla, yazdıklarıyla, onurlu yaşamıyla o sözü çoktan tuttu.

Bundan sonra artık o sözün sürdürücüsü, dostları, yoldaşları ve zorluklarla dolu olup olmamasına bakmaksızın bütün hayatını özgürlükleri uğruna adadığı Kürtler olacak: Sana söz güzel bakışlı, çocuk gülüşlü, devrimci, yazar, gazeteci dostumuz, asla ölmeyeceksin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi