“Muhalefet istemiyorum”

100 yılın sonunda neden hala “demokratik cumhuriyet” olamadık? Bırakın demokratik cumhuriyeti, siyasal İslamcı otoriter bir rejime nasıl savrulduk? “Muhalif istemeyen” bir noktadan yola çıkınca 100 yıl sonra “muhalif istemeyen” başka noktaya varıyorsunuz.

Cumhuriyet’in 100. Yılında geldiğimiz noktayı, “Cumhuriyetin doğumundaki gerçekler” üzerinden çok özenli ve titiz bir çalışmaya konu eden Taha Akyol’un “Neden 29 Ekim?” adlı kitabını okuyunca bugünlere nerelerden geldiğimizi çok açık görüyorsunuz.

2007 yılına baktığımız geçen haftaki “Çürümenin tarihi” başlıklı yazımdaki bir bölümün tarihteki köklerine, Akyol’un dönemin gazetelerini de inceleyen, neredeyse dönemin bütün köşe yazarlarından da aktarımlar yapan kitabında yeniden rastladım.

Geçen haftaki bölüm şöyleydi:

“Askeri vesayetten sivil vesayete, ‘kışla parfümlü’ zihniyetten ‘camii parfümlü’ otoriter rejime geçildi.

Demokrasi, birbirlerine karşıtmış gibi görünen vesayet yanlıları tarafından hep dışlandığı için egemen güç değişti ama otoriterlik ve baskı artarak devam etti.

Hukuk ve anayasal düzen göstermelik olarak bile kalmadı.”

xxxxxxx

Cumhuriyetin başlangıcını anlatan Akyol’un kitabının en ilginç bölümlerinden birine birlikte bakalım.

“O zaman Türkiye, ‘Meclis hükümeti’ sistemiyle yönetiliyordu:

Cumhurbaşkanı yoktu. Meclis tarafından seçilen Meclis Reisi Mustafa Kemal Paşa devlet başkanı görevini yürütüyordu. …..

Tartışmaların odağındaki en önemli mesele Gazi'nin yetkileriydi:

Tam yetkili ve aynı zamanda hem Meclis’in hem partinin başkanı olan bir cumhurbaşkanı mı? Partiler üstü ve sembolik bir cumhurbaşkanı mı?

Cumhuriyet sürecindeki bu temel kutuplaşma, Milli Mücadele dönemindeki yetki çatışmasına kadar gidiyordu: Mustafa Kemal Paşa'ya üstün yetkiler mi verilmeliydi, sınırlı yetkiler mi?

xxxxxxx

Gazi ‘fevkalade yetkilere’ sahip yani ‘kuvvetler birliği’

gereği yasama, yürütme ve yargı (İstiklal Mahkemeleri)

yetkilerini elinde bulunduran bir Meclis fikrini savunmaya

devam etmektedir.

‘Meclis’in üstünde yüksek bir kuvvet yoktur. Bu teklifi

kabul etmek, bunun vazifesini tahdit etmek, Meclis'in kudret

ve kuvvetini aşağı çekmek ve milletimizin bize emanet

etmiş olduğu hakimiyet ve idareyi suiistimal etmek

demektir.’

Bu açıdan, Gazi'ye göre, yürütme yetkilerini Meclisçe seçilmiş bir bakanlar kuruluna vermek, Meclis'in sınırsız yetkili olması ilkesine aykırıydı. Mevcut hükümet şeklinin yerleşik hükümetlere benzemediği yolundaki eleştirilere Gazi şöyle cevap verdi:

‘Bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir hükümet değildir ve hakikaten kitaplarda mevcud olan hükümetlerin, mahiyet-i ilmiyesi itibariyle, hiçbirine benzemeyen bir hükümettir. Fakat hakimiyet-i milliyeyi; irade-i milliyeyi yegâne tecelli ettiren bir hükümettir, bu mahiyette bir hükümettir. İlm-i içtimai noktasından bizim hükümetimizi ifade etmek lazım gelirse; halk hükümeti deriz...

Ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş.

Efendiler, biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü, biz bize benziyoruz, efendiler.’

xxxxxx

Nisan 1923'te Meclis oybirliğiyle seçim kararı alacaktır.

O zaman seçimler ‘iki dereceli’ idi: Genel oylamada ‘ikinci seçmen’ler seçiliyor, onlar da mebus listelerine oy veriyordu.

Gazi'nin tespit ettiği aday listeleriyle seçimlere gidilecek, muhalif İkinci Grup Meclis dışında kalacaktır. Seçimlerde muhalefet dağınık ve teşkilatsızdır, aday bile gösterememiştir. Yeni Meclis'te az sayıdaki muhalefet Gazi'nin milletvekili yaptığı isimlerden çıkacaktır.

xxxxxx

Nisan 1923'te Gazi'nin kurdurduğu Seçim Komitesi'nin İstasyon binasındaki ilk toplantısında Gazi, ‘Millet bana güvenoyu versin, mebusların seçimini bana bıraksın’ dediğinde Karabekir itiraz eder:

‘Milletin size itimat etmesi tabiidir. Fakat bu itimat onun haklarına sahip olmanızı icap ettirmez. Böyle bir seçime seçim denilmez ve bu tarzda toplanacak Meclis'e de Millet Meclisi denilmez.’

Gazi ısrar etmez, aday listelerini incelemeye geçerler. Karabekir, muhalif İkinci Grup'tan kimsenin aday gösterilmediğini, halbuki İstiklal Mücadelesine onların da ‘canla başla hizmet etmiş insanlar’ olduğunu söylediğinde Gazi'nin cevabı şöyledir:

‘Ben muhalif istemiyorum!’

xxxxxxx

Peki Cumhuriyet niye ilan edildi?

Neden 29 Ekim tarihi seçildi?

“25 Ekim'de, Halk Fırkası oylamada aday olarak Rauf ve Sabit Beyleri seçmişti...

26 Ekim'de Gazi, Başvekil Fethi Bey'i ve bakanları istifa ettirdi, planlı bir hükümet krizi çıkardı.

Herkes hükümet kriziyle meşgulken, 28 Ekim akşamı arkadaşlarını Çankaya'ya çağıran Gazi, yarın cumhuriyeti ilan edeceğini açıkladı.

Artık başvekili ve bakanları, ‘gizli muhalif hizbin’ etkili olabildiği Meclis seçmeyecek, reisicumhur atayacaktır. Ülkenin adı artık Türkiye Cumhuriyeti'dir.”

xxxxxxx

100 yılın sonunda neden hala “demokratik cumhuriyet” olamadık?

Bırakın demokratik cumhuriyeti, siyasal İslamcı otoriter bir rejime nasıl savrulduk?

Rejim inşasında basının rolü nedir?

Bütün bu soruların cevabı belgeleriyle Taha Akyol’un kitabında cevaplanmış.

xxxxxxx

“Muhalif istemeyen” bir noktadan yola çıkınca 100 yıl sonra “muhalif istemeyen” başka bir noktaya varıyorsunuz.

Ve bu yüzyıl boyunca “basın”, bu “muhalif istemeyen” zihniyetin destekçiliğini yapıyor.

“Basın tarihinin” biraz da “utanç tarihi” olmasının asıl nedeni de bu zaten.


Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı. 20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi