Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Manzara muhteşem olacak

Barış içinde bir toplum düşleyenleri bir kurşunun önüne atıyorlar. Ama bir gün hepsi değişecek. Her şeyi yeniden hatırlayacak bütün canlılar, burada olma nedenlerini hatırlayacaklar.

Hrant'ın ölümünü protesto etmek için toplanan insanlara müdahale etmek için gelen polislerden bazıları beyaz bere giymişti. Çünkü tetikçi çocuğun beyaz beresi vardı. Tetikçi dediğin oysa siyah giyerdi, neredeyse bütün filmlerde böyleydi.

Renklerin tarihinde onların, antik zamanlardan beri simgesel iletişim için işlevsel olduğu bilinir. Beyaza bulaşan ölüm fikri doğuya aittir, ama yaygın simgecilik dili beyaz'ı her zaman ışıkla, saflıkla, bilgelikle ilişkilendirmişti. Eski Roma senatörleri beyaz tunikler giyer, Eski Türkler'de Ak-Şamanlar koyun postundan bir üstlük; Uzak Doğu'nun rahipleri de bedenlerini bir beyazlıkla örterlerdi. Beyaz, Ay'ın rengiydi. Siyah ise Satürn'nün-Zuhal yıldızının. Felaketleri, ölümleri karşılayan Siyah, çeşitli kültürel duraklarda cadılıkla, büyücülükle ilişkilendirilmişti ve yasın rengi pek çok yerde siyahtı. Ama Hrant'ı öldürenin arkadaşları beyaz bereyle dolaştılar sokaklarda.

Her şeyin alt üst olacağını bildiren Kıyamet sureleri gibi diye düşünmüştüm, simgesel olanın ters yüz edilişi, karanlıktan gelenin büründüğü beyaz pelerin. Yanıltıcı bilginin, kötünün iyi gibi görünmesinin; ülke için bir şans olan insanlar zalimce öldürülürken, herkesi bir adaleti yerine getiriyoruz yalanına inandırmanın, gözlere inen karanlık perdenin bir ışık gibi görünmesinin, hepsinin hepsinin ezoterik evrende kıyamet düşüncesiyle bir ilişkisi vardı.

Kefenler beyazdı ama ölünün bir ışıkla birleşeceği aşkın bir düzleme yolculuğun simgesiydi o. Toprağın karanlığıyla kavuşmanın değil. Hades'ten gelenler beyaz giyerse eğer, mitik evrende işler yolunda gitmiyor demektir. Yeraltı tanrıları yeryüzüne çıkmış ve gökten, o sonsuz ışıktan geldiklerini ilan etmişler demektir.

Hrant'ı öldürttükleri gencin beyaz bir beresi vardı. Gözünde yanıltıcı bir perde. Abileri onu, karanlığın ışık olduğuna inandırmışlardı.

Hrant'ı, o güzel insanı, sonradan karşımıza beyaz bir bereyle çıkan biri öldürdü ve onu “mecburen” hapse koyan sistem, yakınlarda serbest kalmasına karar verdi. Hem görevini hem cezasını tamamlamıştı, ama herkes biliyordu aslında Hrant'ı öldüren kurşunun nereden geldiğini. O kurşun uzun bir tarihten geliyordu, sürekli havada süzülen bir kurşundu, vakti gelince birinin kalbine, birinin sırtına, birinin kafasına saplanırdı. O kurşunun kime isabet edileceğine başkaları karar verir, onu hedefe yöneltme görevini her defasında biri üstlenirdi.

Bir el, kesilmiş bileti öznesine iletmekle görevli. Bir el, suçun şahsiliğini bulandıracak kadar bir çoklu gövdeye bağlı. Bir el, hayatında hiç tanımadığı, kendisine zararı dokunmamış, hatta dokunması imkansız bir insanı sevdiklerinden koparırken, nasıl bir araç olduğuna hiç uyanmıyor.

O hiç kutusuna konmamış kurşunun gidip saplandığı insanların adlarının yazılı olduğu kalın bir defter duruyor belleğimizde. Ve bu defteri, işledikleri sevapların, kimsede bulunmayan vatan sevgisinin nişanesi sanıyor o eller. En fenası bu. Vur denildiğinde vurmayı, bir çeşit sadakat sayıyor o eller. En fenası bu.

Bir el, sürrealist bir resimden çıkmış gibi, gövdeden kopmuş, bir kurşunun peşinden gidiyor. Kesilmiş gibi, bir zamanlar bağlandığı kafanın bakıştan koparılmış, aklın iyiyi ve kötüyü ayırt eden işleyişinden uzaklaşmış, düşman kime denir sorusunun yarattığı karmaşanın vicdanından koparılmış, hızla süzülüyor o kurşunun peşinden. Bir el, hep acelesi var, o bombayı birinin arabasına yerleştirecek, o namluya sürülen kurşunu birinin gövdesine. Ve kime ne zararı dokunduğunu asla bilmediği insanları öldürürken, belki de kutsal bir işin parçası olduğunu düşünecek. Niye bir hayat öğütme makinesinin parçası olayım ki diye hiç düşünmeyecek. Niye bütün kutsallıklar kan çağırır ki demeyecek.

Bir defter arasına kurutulmuş hayatları koyuyorlar, hiç bitmiyor hesap kesme işlemi, aralıksız sürüyor.

Bir atı yoğun bir yağmurun altında, bir yere bağlayıp gitmişlerdi. Çaresiz bakıyordu etrafa. Oysa at, hızla koşup uzaklaşmaların, nal sesinin, rüzgarın ve boşlukların simgesiydi. Bir sicimle onu oraya bağlayan el, şimdiki zamanda sonsuzlaştırdığını sandığı özgürlük gaspının kibiriyle dolaşırken, at olmanın anlamını başka bir zamanda kuran özgür atların, ona nasıl bir öfkeyle baktığını hiç görmeyecek. O atlar, çaresiz görünen türdeşlerine at olmanın ne demek olduğunu bir gün öğretecek.Herkes bir gün mitik evrende kurulmuş, ya da bir gelecek düşünün içinde kurulmuş hayvanlığı, insanlığı yeniden hatırlayacaklar. O at koşmaya yazgılı olduğunu hatırlayacak, insan, şimdi olduğundan çok başka bir anlamı olası gerektiğini hatırlayacak. İşte o zaman beyaz, tekrar ışığa, o at tekrar özgürlüğe, insan, kendi varoluşunun anlamına kavuşacak.

Şimdi her şey ters yüz olmuş durumda, köleliği özgürlük, cinayeti görev sanıyorlar. Şimdi hiçbir şey olması gerektiği yerde değil. El gövdeden koparılmış, bilinç zihinden, zehirli kelimeler şifa sanılmış, ölmesi gerekenler hep düşman. Şimdi hiçbir şey doğru yerde değil. Çivilerle dolu bir tahtayı altımıza yatak diye koyuyorlar, sınırına dokunduğumuzda arkamızdan kurşun yolladıkları düzene, adalet diyorlar, doğruya yanlış, yanlışa doğru diyorlar. Barış içinde bir toplum düşleyenleri bir kurşunun önüne atıyorlar. Ama bir gün hepsi değişecek. Her şeyi yeniden hatırlayacak bütün canlılar, burada olma nedenlerini hatırlayacaklar.

Bir günbatımında, şimdiki zamanın yıkımında bütün insan olmayanlar ve insanlar, konulmuş sınırları yıkarak koşacaklar, kimse durdurmayacak onları, karanlıktan gelenler Hades'e dönecek yeniden, atlar koşmayı, insanlar yaşatmayı ve yaşamayı öğrenecek. Bir günbatımında, güneşle ay biraradayken, büyük bir koşu başlayacak, kimsenin durduramadığı.

İşte o zaman manzara muhteşem olacak.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi