Kürt Sorunu ve DEM Parti

Bu ülkede siyasetçiler sorunları çözmek değil, sorunlardan yararlanmak istiyorlar. Sorunlar büyüdükçe de Türkiye’nin ekmeği, özgürlüğü, adaleti küçülüyor. Onun için basın tarihine baktığımızda hep aynı masala rastlıyoruz. “Az gittik, uz gittik…

Burada masallar niye “az gittik uz gitti, dere tepe düz gittik, bir de baktık bir arpa boyu yol gittik,” diyerek başlıyor anlamak için basın tarihine bakmak yeterli.

Bu ülkede hayat kötü bir masal gibi yaşanıyor ve “bir arpa boyu yol” bile gidilemiyor.

xxxxxxx

Şimdi bakın, yerel seçimler yaklaşırken aday stratejisi en çok merak edilen ve tartışılan parti DEM Parti… Onunla birlikte de siyasal yorumların odağında Kürt Sorunu … Ve dolayısıyla Kürt siyasetinin izleyeceği yol.

Peki dönelim 2007’ye… Bakalım orada ne göreceğiz.

xxxxxxx

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın “Türkiye İnsan Hakları 2007 Raporu”nun o yılı özetleyen “Kürt Sorunu” bölümünün başlangıcı şöyle:

2007 yılı içinde Kürt Sorunu açısından 3 önemli gelişmenin öne çıktığı gözlemlenebilir:

1-Seçim süreci ve DTP’nin TBMM’de grup oluşturacak bir seçim başarısını elde etmesi;

2-Her iki taraftan da şahinlerin güçlenmesi;

3-Barışçıl ve demokratik çözüm önerilerinin daha güçlü dile getirilmeye başlanması.

xxxxxxx

Ve başlıkların daha geniş bir özeti:

Seçim süreci, Türkiye’nin tüm diğer toplumsal, siyasal ve iktisadî sorunlarının tartışılmasını ve onlara etkin bir çözüm üretilmesini engelleyen gerek insan hakları gerekse de Kürt Sorunu açısından döneme bakıldığında, siyasî kutuplaşmayı arttırıcı bir gelişme olarak yaşandığı söylenebilir.

Siyasal gerilimin artması diyalogu neredeyse imkânsız kılarken her iki taraftan da militaristlerin elini güçlendirdi:

TBMM sınır ötesi operasyon tezkeresini onayladı. (Burada bir ironiyi not etmeden geçemeyiz: Sınır ötesi operasyona onay veren Meclis’in büyük çoğunluğunu oluşturan AKP, seçimden önce sınır ötesi operasyonuna karşı çıkarak, özellikle Güneydoğu’dan aldığı oy oranını arttırdı.)

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması istemiyle bir iddianame hazırladı.

HPG 21 Ekim 2007’de Dağlıca saldırısını gerçekleştirdi.

xxxxxxx

Rapor, “1 Eylül 2007’de Türkiye Barış Meclisi’nin kurulmasıyla, sorunun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için önemli bir aşama kaydedildi”iğini de vurguluyordu.

Ve bununla ilgili gelişmeleri sıralıyordu;

-“Türkiye Barışını Arıyor” Konferansı, 13-14 Ocak 2007’de, Ankara’da İçkale Otel’de beş yüzden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün başvurusu üzerine mahkeme konferansın katılımcılarından Orhan Doğan ile Kürt yazar Mehmet Uzun’un konuşmalarının kaydedilmesi ve içinde suç unsuru aranmasını kararlaştırdı.

Konferansa “güvenliği sağlamak, o arada konuşmaları kaydedip suç unsuru aramakla” görevli emniyet mensupları dışında devletten temsilci katılmadı.”

-“Diyarbakır Barosu “Hakikat, Adalet ve Barış İçin Geçmişle Yüzleşme” Konferansı düzenledi. Konferansta “Hakikatleri Araştırma Komisyonu”nun dünyada nasıl işlediği ve “Türkiye’de bunun nasıl uygulanabileceği” masaya yatırıldı.

-“KCK Yürütme Konseyi ve Kongra-Gel Başkanlık Divanı” silahların bırakılması ve Kürt sorununun çözümü için 7 maddelik bir deklarasyon yayınlayarak “Demokratik Özerk Kürdistan” düşüncesini önerdi.

xxxxxxx

2007 Yılının en büyük farklılığı ise JİTEM’in üzerine gidilmesidir…

23 Şubat 2007 tarihli Nuri Fırat imzalı “Faşizmin Ayak Sesleri: JİTEM” başlıklı yazı bu farkı şöyle saptıyor:

JİTEM’in koyunu sonra çıkar oyunu Hrant Dink cinayetinin yarattığı kitlesel tepkinin ardından devlet desteğinde sürdürdükleri psikolojik savaş ve terör faaliyetleri yıllardır görmezden gelinen resmî sivil faşist çeteler, kamuoyunda yoğun olarak tartışılmaya başlandı.

Gazete ve dergi sayfalarında, TV ekranlarında ‘milliyetçilik, ırkçılık, iyi milliyetçilik, kötü milliyetçilik, ulusalcılık kafatasçılık vb.’ gibi konular etrafında yürütülen yoğun tartışmalar, yeni saflaşmaları da beraberinde getiriyor.

Bu saflaşmalar çerçevesinde yıllar öncesinden saptanmasına karşın her nasılsa ‘unutulup’ raflarda tozlanmaya terk edilen kamera kayıtları, belgeler bulunup çıkarılarak kamuoyunun bilgisine sunuluyor.

xxxxxxx

Yazıda çok da esaslı bir medya eleştirisi var:

“Gazeteciler belleklerini tazeleyip Türkiye’de siyasal yaşamın gerçekte nasıl işlediğini açığa çıkaran anıları ve konuşmaları şimdi hatırlıyor. Böylece emekli askerler, polis şefleri ve bürokratların başı çektiği ölme ve öldürme üzerine bayraklı, silahlı, Kuran-ı Kerim üzerine yeminler eden faşist, ırkçı, şoven onlarca derneğin tam bir devlet desteği ve korumasında yıllarca sürdürdüğü çalışmalar fark ediliyor.

Gücünü ‘bildiğini hiç yazmamaktan’ ya da ‘zamanında yazmamaktan’ alan Türkiye’de egemen medyanın şimdi gündeme getirmek zorunda kaldığı olgular, ülkede Hitler faşizminin Almanya’da iktidara hazırlandığı 1920-1930 yılları çağrıştıran bir ortamın var olduğu gösteriyor.

Özellikle militer ve paramiliter çete örgütlenmelerinde jandarmanın önemli bir rol oynadığı, her gün yeni belge ve kanıtlarla açığa çıkıyor.”

Bugün ne oluyor?

Bir arpa boyu yol gidilip JİTEM ile tüm davalar teker teker düşürülüyor.

xxxxxxx

17 yıl önce… 17 yıl sonra…

2007- 2024…

Bu ülkede siyasetçiler sorunları çözmek değil, sorunlardan yararlanmak istiyorlar…

Daha fazla “fayda” sağlamak için de o sorunları büyüttükçe büyütüyorlar…

Sorunlar büyüdükçe de Türkiye’nin ekmeği, özgürlüğü, adaleti küçülüyor.

Medya da bu ahlaksız oyunun en büyük destekçisi.

Onun için basın tarihine baktığımızda hep aynı masala rastlıyoruz.

“Az gittik, uz gittik…”


Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı. 20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi