Kedi ve köpeklerin kaderlerini tayin hakkı!

Yaşadığımız toplumda hayvanların kaderlerini kendilerinin belirlemesi neredeyse imkânsız bir şeydir ama tamamen de olmayacak bir şey değildir. Buna ilişkin, tanığı olduğum iki örnek biliyorum.

Son günlerde ara sıra göz ucuyla baktığım televizyon kanallarında ikide bir “sokak köpekleri”nin çocuklara saldırdıklarına ilişkin haberler gözüme çarpar oldu. Dün yolda giderken, çöp toplayıcılara havlayan köpeklere tepki gösteren yaşlıca bir adamın, köpeklere ilişkin hoşnutsuzluklarını belli eden iki adama seslenerek, “ne güzel, eskiden belediye bunları zehirlerdi” demesi, medyanın kaynattığı kazanın artık fokurdamaya başladığının göstergesiydi. Bu kazanın ateşini kim körüklüyor bilmiyorum ama ortada sokak hayvanlarına yönelik bir tertip olduğu açık.

Neyse, bu konuda alarm vermekle yetinelim şimdilik. Ben, kedi ve köpeklerle ilgili daha iç ferahlatıcı şeylerden söz etmek istiyorum bu yazıda.

Hele yaşadığımız toplumda hayvanların kaderlerini kendilerinin belirlemesi neredeyse imkânsız bir şeydir ama tamamen de olmayacak bir şey değildir. Buna ilişkin, tanığı olduğum iki örnek biliyorum.

“TURİST REHBERİ” LUNA

Bundan on yılı aşkın bir zaman önce Kınalıada’da yaşarken, köpeğimiz Keje altı yavru doğurmuştu. Doğal olarak, bazıları adada olmak üzere yavruları sahiplendirdik. Bunlardan, adı Luna olan dişi yavru, iki kız çocuğu olan bir aileye gitti. Luna, başına buyruk, çok ilginç bir köpekti. Kendi başına vapura atlayıp çeşitli iskelelerde iniyordu. Vapurdan Kabataş’ta indiğinde, o sırada adaya dönmek için vapura binmek üzere olan evin kızı tarafından tesadüfen bulunmuştu. Daha sonra, Büyükada ve Heybeli’ye de vapurla gitmiş ve bu adalarda bir hafta kadar yaşayıp köpeklerle ve insanlarla arkadaşlık kurduktan sonra bulunup geri getirilmişti.

Luna, Kınalı’da “turist rehberliği” görevini üslenmişti. Vapur iskelesinin karşısında bekler, adaya gezmeye gelen gençlik gruplarının peşine takılıp onlarla dost olur ve adayı gezdirirdi.

Bir gün, adanın arka taraflarında Ceren’le birlikte yürüyüş yaparken Luna’ya rastladık. Arkasında, üzerlerindeki eşofmanlarla koşu yapan iki genç kız vardı. “Vay, Luna, nereye böyle?” dedim yanımızdan geçerlerken. Bizi gördüğünde her zaman üstümüze atlayan Luna, bu sefer tanımazlıktan gelip başını başka yana çevirdi ve kızlara rehberlik görevini sürdürdü.

Luna, adaya taşınıp tepelerde bir evde oturmaya başlayan genç bir çiftle arkadaş oldu. Bu arkadaşlık o kadar ileri bir aşamaya ulaştı ki, sonunda Luna, eski sahipleriyle arayı bozmamakla birlikte bu genç çiftin köpeği oluverdi.

Genç çiftin Bostancı taraflarında motosiklet dükkânları vardı ve özellikle yaz aylarında Ege sahillerinde yelkenli tekneyle gezmeyi çok seviyorlardı. Bir süre sonra bize, bu gezilerden eksik olmayan Luna’nın fotoğrafları ve videoları gelmeye başladı. Luna, Bodrum sahillerinde sörf yaparken… Luna Marmaris’te, teknede güneşlenirken vb…

ONURLU PRENSES MİLENA

İkinci örnek, 2018 başında Yeldeğirmeni’ne taşındıktan sonra, Kafka’nın sevgilisi ve Ravensbrük Nazi toplama kampında ölen Milena Jesenska’ya atfen (Bkz: Margaret Buber-Neumann, İki Diktatörlük Altında, Çev: G. Zileli, İmge, 2012) adını Milena koyduğumuz, bizim mahalledeki kedidir.

Milena, aslında, yakınlarımızdaki bir “hayır kurumu”nun kedisiymiş. “Hayır Kurumu”, pandeminin başında kapısına kilit vurunca Milena da sokakta kalmış. Çok güzel mavi gözleriyle bir duvarın üstünden gelen geçene, sokağa düşmüş bir prenses havalarında hüzünle bakan Milena’yı böyle tanıdık.

Çok onurlu bir kediydi. Önüne yiyecek koyduğumuz zaman yerdi ama asla yemek talep etmezdi. Onu okşamamıza ses çıkartmaz ama sevmemiz için bir talebi de olmazdı. Tüylerinin kabarıklığıyla ve güzelliğiyle hemen dikkat çekerdi.

Derken çetin bir kış kapıyı çaldı. Onu o soğuk havalarda duvarın üstünde ya da sığındığı pencere kenarlarında gördükçe içimiz sızlıyordu. Karşı tarafta bir kız arkadaşın kedi almak istediğini duyunca hemen Milena geldi aklımıza. Bir kedi boksu alıp yanına gittik. Önce ben denedim onu boksa sokmayı. Felaket direndi ve ellerimi tırmaladı. Aynı denemeden Ceren de başarısız çıktı. Kutuya girmemek için direnişi hayranlık vericiydi. Sonunda mecburen vazgeçtik.

O kış çok sert geçiyordu. Karlı ve fırtınalı havalarda aşağı taraftaki bir apartmanın birinci kat penceresine sığınırdı. O evde oturan kadın arkadaş, Milena ile bağ kurmuş, ona pencere kenarında bir yer hazırlamış ve yemek vermeye başlamıştı. Kadın arkadaşla, Milena sayesinde biz de arkadaş olduk. Onun anlattığına göre, en dondurucu soğuklarda Milena’yı eve almak istemiş ama o içeri girmemekte ısrar etmiş, soğuğa rağmen.

Milena’nın bir eve girip yaşaması için o evdeki insana güvenmesi gerekiyordu, kesindi bu. Uzun denemelerden sonra, bir gün evin içine ihtiyatlı bir şekilde adım atmış ama eve alışması yine zaman almış.

Bugün Milena, Ankara’da, kadın arkadaşın kız kardeşinin evinde prensesler gibi bir hayat sürüyor. Direnmiş ve kendi kaderini belirlemişti.


Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gün Zileli Arşivi