Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Kayıplar nereye gider?

Plaza Del Mayo'da bekleyenler engellendi, şimdi Galatasaray meydanında bekleyenler engelleniyor. Berfo Ana'nın beklemeyle geçen ömrü sona erdi. Oğlunun mezarını kazdılar yanına, bir gün kavuşsunlar diye. Bir gün hepsi geri dönecek.

İnsanlar öldükten sonra pek çok kültürde gömülürler. Ölü gömme ritüelleri, yaşayanların binlerce yıllık uygarlık kitabında geniş bir yere sahiptir. Ölü, bir dokunulmazlığa sahiptir, nereye gittiği bilinmeyene bir tören yapılır ve onu törelere uygun biçimde yolculama, kalanların görevi olarak görülür. Bir cenaze evinin kıyısından geçerken adımlarını yavaşlatır insan, evine yakın bir yerde cenaze varsa sessizliğe özen göstererek başkasının acısına saygısını iletir. Hiç tanımadığı birinin ölümünün başkalarında bıraktığı boşluğa yutkunarak bakar ve savaşların kahredici tarihinde bile, ölülerin gömülmesi için verilen ara'nın zamandışı dokusunu hatırlar.

Savaştan dönmeyenlerin ya da doğal bir felakette bedenine ulaşılamayanların yakınları için yarattığı duygu, ölümün bilgisinden daha yakıcı bir tecrübeye yol açar. Ömür boyu sürecek bir bekleyiş, bir şüphe, bir gün bir yerde karşılaşılacağına ait sisli bir ümit. Derler ki bu şüpheye düşenler, bir daha islah olmazlar. Geceleri dışarıdaki bir kıpırtıya kulakları açık uyurlar. Ölüler yerlerine kavuşmadıkça diriler için huzur yoktur.

Ölüler uygun biçimde gömülmedilerse hayalet olarak geri döneceklerdir. Onların hakkına sahip çıkmayan topluluğa musallat olmak için. Edebiyatta, tiyatroda, sinemada bütün “dönüş” hikayeleri aslında bir çeşit ölülerin dönüşüyle bağlantılıdır. Uzun bir süre görmediğiniz birinin dönüşü, örtük biçimde bu büyük dönüş mitine eklemlenir. Uzak bir yerden, uzun bir zaman sonra aniden dönüşün yarattığı sarsıcı etki, bozulan dengeler, muhtemelen bu mitik evrenin sezgilerinden kalıntılar taşır. Ölülerin dönüşü, yolunda olmayan bir şeyler için uyarıdır. Bir artakalan dramaturjisi. Kalıntılara bakmak için dönen, aslında bir hatırlatıcıdır. Her şey yoluna girene kadar, haklar sahiplerine teslim edilene kadar rahatsız etmeyi sürdürürler. Derler ki, sadece ölümün zalim biçimine ortak olanlar ya da susanlar ölülerden korkarlar. Diğerleri hayat yeniden akabilsin diye kurallara uygun bir gömme ayini isterler.

“Yaşıyorsan bilelim, öldüysen gömelim.” Bu basit istek, topluluğun arkaik kökenlerinden ona iletilen bir bilgidir, buna uyulmadığında dengenin bozulduğunu hisseder, insan gücünü çok aşan bir bilinmezliğe müdahele ettiğinin korkutucu bilgisini, bilinç düzeyinde olmasa bile çok içeriden bir huzursuzlukla edinmiştir.

Dünyayı haksız ölümlerle dolu bir havzaya çeviren uygarlığın iyi yaşamak konusundaki telkinleri, sağlıklı yaşam reçeteleri bir şaka gibi görünmelidir. Çevrenizde o kadar çok ölünün hayaleti varken ve hiçbiri uygun biçimde gömülmemişken, sizi uzun yaşamaya ikna eden her akıl, çoktan bir kıyamete dönüşmüş hayatta, başkasından çalınanla oluşturulan zenginliğin tekrarı gibidir. Asla rahat bırakılmayacağınız uzun bir ömür.

Ariel Dorfman daha sonra Kayıplar adıyla oyunlaştırılan Dullar adlı romanını açıklarken şunları söylemiştir:

“Tasarladığım roman, diktatörlüğün gizli polislerinin elinde kaybolan binlerce erkeği ve pek çok kadını işlemektedir. Bu insanlar geceyarısı evlerinden alınıp götürülmüş ya da gündüz gözüyle sokak ortasında kaçırılmıştır, onları bir daha da gören olmamıştır. Yakınları, sevdiklerinden ayrılmakla kalmamış, onların hayatta olup olmadığını bile bilememiştir. Kayıplar evlerinden, işlerinden, çocuklarından edilmiş, hatta mezarlarından da yoksun bırakılmışlardır.”

Kadınlar bir nehrin kıyısında durur ve nehirden gelecek ölülerini beklerler. Çoğu kadın kocasının, oğlunun belki de sağ olarak geleceğine inanmak isterken, yaşlı kadın Sofia bilir hepsinin öldüğünü. Üzerinde dört kayıp erkeğin ağırlığı olduğu için kıpırdayamadığını söyler. Onlar gittiğinden beri ekmek pişirmeyi, tarla sürmeyi her şeyi unutmuştur. Bir taş gibi bekler.

Sofia bekleyişin kendisi olmuştur, onun devinimsizliği -bir anlamda korkunç bir adaletsizliğin zamanın akışını imkansız kıldığı Benjaminvari bir tarih tasarımının yankısını taşır. Bekleyiş, onu taşa çevirir, yapması gereken işleri yapamaz ve akışın yeniden tesis edilmesi için ölülerini gömmesi gerekir. Tarihin yeniden harekete geçmesi için, kurbanların intikamı alınmalıdır.

Arjantin'de cuntanın kaybettiği çocukları için Plaza Del Mayo meydanında toplanan kadınlar, simgesel bir bekleyişin protestosuydu. Hayatları kesintiye uğramış, nerede olduğunu bilmedikleri ölüleri için bir mezar talep ettiler. Ariel Dorfman Arjantinli'di. Kayıplar için onun bir roman yazma sürecine göz atanlar, bir tanıklığı sanata çevirme ediminin bile nasıl kriminalize edilebileceğini görebilirler. Kurbanlarla dayanışmak zordur. Uygarlık ölüler yokmuş gibi yaşamamızı ister. Aniden ortadan kaybolan birini aramanızı suç olarak görür. Ölünüzü gömmek istemenizi akıl almaz biçimde bir terör suçuna çevirir. Yasın gereklerini ve biçimini değiştirebileceğini sanır. Acılı bir yüreğin bekleyerek ölmesinin görünür kılınmasını, engelleyeceğini sanır. “Çocuğum nerede” sorusundan yığınlarca tutanak çıkarır ve kendini yaşıyor kabul eden kitleleri de arkasına alarak, bu soruyu yasak haline getirir.

Sadece devletin izin verdiği soruları soranlar ve sadece onun yaptığı açıklamalara inananlar, uzun yaşayacaktır. Dertsiz bir ömür sürecekler, aniden ortadan kaybolan çocukların varlığını unuttuklarında işlerin yolunda olduğuna kendilerini ikna edeceklerdir. Bunu temin edebilmek için ise varlığını bekleyişe çevirmiş insanlar göz önünde olmamalıdır, tıpkı aniden giden ve dönmeyenler gibi, onları bekleyenler de ortada fazla bulunmamalıdır. Plaza Del Mayo'da bekleyenler çok engellendi, şimdi Galatasaray meydanında bekleyenler engelleniyor. Oysa meydandaki yaşlı kuş fısıldıyor her gün, gidip dönmeyenler, bir haksızlığa kurban edilenler ya da suçlu bile bulunsa cezası asla kaybedilmek olmayanlar, öldüyse bile gömülemeyenler sizin düzeninizi aşan bir yerdeler. Ve hep geri dönecekler. Toprağa, sevdiklerine kavuşana kadar. Berfo Ana'nın beklemeyle geçen ömrü sona erdi, şimdi bir mezarlıkta.Orada da bekliyor.Oğlunun mezarını kazdılar tam yanına, bir gün kavuşsunlar diye. Bir gün hepsi geri dönecekler.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi