Hatırlatma ve yeniden inşa

Nazilerden sonra Almanya’da “hatırlama” yeniden inşa için ön koşul kabul edildi. Çünkü geçmişte yaşananları hatırlayıp yüzleşmediğimiz sürece aynı mağduriyetleri yaşayacağımız açık. Hatırlama ve yüzleşme yapılmadan yeni bir inşa yapma imkanı yok.

Yıkılmış Batı Almanya’nın II. Dünya Savaşı sonrası yaratılan siyasi-ekonomik yapısı, liberal demokrasinin, sosyal devlet anlayışının büyük zaferlerinden biri olarak yaşandı. Almanların gurur kaynağı olan ve insan onurunu temel alan başarılı bir anayasa tasarlamaları bugünkü düzeylerinin temelini oluşturdu.

Almanya, ekonomisini hayranlık uyandıracak şekilde yeniden inşa etti. Kefaret , yüzleşme ve tarihsel hesaplaşmasını 1968 ruhuyla birlikte Baader-Meinhof terörünün aşılması sonucu gerçekleştirirken demokrasisini güçlendirmeyi başardı.

Goethe, Schiller, Hesse, Böll, Nietzsche, Bach, Brahms, Beethoven, Schumann’ın ülkesi Almanya, geçtiğimiz elli yıl boyunca tüm alanlarda Nazi dönemi uygulamalarına ilişkin yüzleşme ve kefaret eylemlerinde bulundu.

“Hatırlama” yeniden inşa için ön koşul olarak kabul edildi. Hatırlama ihtiyacı, devlet-dışı düşünce ekseninde yeni kavramlar yaratılmasını sağladı. Vergangenheitsbewaltigung ( tarihle hesaplaşma ); Vergangenheitsaufarbeitung ( tarihi süzgeçten geçirme ) ; Erinnerungskultur ( anma kültürü ) ve Kollektivschuld ( kolektif suçluluk ) .

‘BİR DAHA ASLA’ DİYEBİLMEK

Alman Birliği Günü dışında ( 3 Ekim ) Almanya’da ulusal gün törenleri olmadığı gibi ülkesi için askerlik yaparken ölenlere onur verilmemekte. Yegane törenler yereldeki kültürel olanlarla sınırlı. Gösteriş ve abartı Alman kültüründe minimal düzeyde.

Bu kültürün yansımalarını görebiliyoruz. Öldürülen Avrupalı Yahudiler Anıtı, Berlin’in merkezinde , Brandenburg Kapısı ve Reichsatg’ın yakınında yer almakta .Anıt, her biri tabuta benzeyen 2711 dikdörtgen beton levhadan oluşuyor. Ülkenin her bölgesinden öğrenciler buraya ziyarete getirilip tarihleriyle yüzleştiriliyor.

Bu manzaraya yıllar önce Münih yakınındaki Dachau Nazi kampını gezerken tanık oldum. Adeta bir müze haline getirilmiş Almanya’nın korkunç tarihini yansıtan kampı, başlarında öğretmenleri olmak üzere Alman öğrenciler gruplar halinde geziyorlardı. Almanya’nın gençliği sessiz bir hüzünle atalarının kötülük dolu tarihiyle yüz yüze gelerek “bir daha asla” demeyi öğreniyorlardı.

Geçmişi hatırlamanın ve yüzleşmenin en anlamlı örneğini Şansölye Willy Brandt verecekti. 1941-1943 arasında Varşova Gettosu’na 500 bin kişi doldurulmuştu. Direnişe rağmen 300 bin kadar Yahudi Treblinka’daki imha kampına gönderildi. Direniş devam ederken 16 Mayıs 1943’te 56 bin Yahudi esir alınırken 7 bini kurşuna dizildi, geri kalanı imha kamplarına gönderildi.

Bu nedenle Varşova Gettosu Polonya Yahudilerinin kıyımında Nazi iktidarının suç defterinin en kabarık kısmıydı. İşte Brandt, 7 Aralık 1970’de Varşova Yahudi Gettosu kurbanları için yapılan anıtı ziyaretinde Alman bayrağının siyah, sarı, kırmızı renkleri olan bir çelengi anıta yerleştirdikten sonra kimsenin beklemediği bir anda anıtın ıslak taşlarına dizlerinin üstüne çöktü.

WİLLY BRANDT, DİZ ÇÖKEREK HALKINI YÜCELTTİ

Ellerini saygıyla önünde kavuşturup, başı eğik sessizce anıta baktı. Dünya kamuoyu bu jestle sarsılırken Varşova direnişine katılan bir kişi duygularını şöyle açıklıyordu: “Willy Brandt’ın Varşova Gettosu anıtındaki diz çöküşünü gördüm. Artık içimde nefret yok ! O diz çöktü ve halkını yükseltti.”

Bu sembolik değeri yüksek jest bir dönüm noktasıydı. Çünkü Brandt’ın bedeni adeta Almanya’nın temsili bedenine dönüşmüş, özür hayatını kaybeden bütün Yahudilere yönelmişti. Brandt yaşadıklarını anılarında şöyle anlatıyor: “O davranışımı planlamamıştım fakat Wilanov Sarayı'nda (Almanların bombaladığı saray ) geçirdiğim gece gettodaki anıtın önemini düşündüm. Alman tarihi ve milyonlarca kurban için söyleyecek söz bulmakta zorlanmıştım, dizimin bağları çözülmüştü.”

Brandt’ın eylemi sağ kesimden tepki görmesine rağmen Doğu ve Batı blokları arasında barışın sağlanması yönünde önemli bir adım oluşturması ve ülkesinin dış itibarının artmasına da hizmet etmesi nedeniyle toplumsal destek gördü. 1971 yılında kendisine Nobel Barış ödülü verildi.

Berlin Duvarı’nın yıkılarak Batı-Doğu Almanya’nın birleşmesi en az hasarla atlatıldı. Almanya Merkel döneminde de 2015 mülteci akınında komşularını şaşırtarak uzun zamandır görülmeyen bir insan göçüne kapılarını açtı ve entegrasyonu sağlayabildi.

1985’te Nazi teslimiyetinin 40. yıldönümünde Cumhurbaşkanı Richard von Weizsacker, yaptığı konuşmada savaşın bittiği gün olan 8 Mayıs’ı “Almanya’nın yenilmediği, özgürleştirildiği” bir kurtuluş günü olarak tarif etti. Almanya Nasyonal Sosyalist rejimin insanlık dışı zorbalığından kurtarılmıştı.

Weizsacker, milletvekillerine gençleri kastederek şu etkileyici sözleri söyledi. “Mantıklı hiç kimse, sırf Alman oldukları için onlardan tövbe cübbesi giymelerini bekleyemez. Ancak ataları onlara ciddi bir miras bırakmıştır. Suçlu ya da değil, genç ya da yaşlı hepimiz geçmişi kabul etmeliyiz. Sonuçlardan hepimiz etkilendiğimiz gibi bundan sorumluyuz da…. Bu geçmişle hesaplaşma değil. Bu imkansız. Geçmiş değiştirilemez ve geri alınamaz. Ancak geçmişe gözlerini kapatan biri, bugüne kördür. Gayriinsaniliği hatırlamayı reddedenler , aynı enfeksiyona yeniden yakalanmaya yatkındırlar.”

1945 yılı, Almanya için Stunde Null, Sıfır Saati’ydi. Sırtını dayayacak hiçbir şeyi kalmayan Almanya doğru olanı yapmaya tutkuyla önem verirken tarihinden hafızanın gücüyle ders almakta, demokrasiye yönelik her meydan okumayı varoluşsal bir tehdit olarak görmekte.

Utanç verici derecede çürümüş siyasi-bürokratik yapımızla benzer bir başarıyı gösteremedik. Güç savaşlarıyla, siyasi birliği sağlamaya yönelik çabaları ideolojik körlükle engellemekle, geçmişte ortak olduğumuz kötülüklerle yüzleşmemekle, siyasi-sosyal barışı sağlayamamakla enerjimizi tükettik.

Türkiye’de devletin hışmına uğramış geniş bir mağdurlar listesi var. Üstelik devlet bunu yaparken söz konusu kesimleri birbirine kırdırmayı becermiş, mağdur kesimlerin birbirleri için empati yapmalarını engelleyici gerilim ortamını canlı tutmayı başarmış durumda.

Bu durum Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların barış ve huzur ortamı görmeden topluluklar şeklinde yaşayarak, toplum ( biz ) olmayı başaramamalarına neden oldu. Geçmişte yaşananları hatırlayıp yüzleşmediğimiz sürece aynı mağduriyetleri yaşayacağımız açık. Hatırlama ve yüzleşme yapılmadan yeni bir inşa yapma imkanı yok

Bu yüzleşmeyi yapabilen toplumların ve yöneticilerinin düzeyi ve kalitesi ortada. Alman Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in danışmanı Thomas Bagger son noktayı koyuyor: ”Liberal demokratik düzende bir ulusun kimliği, istikrarı ve özdeğeri hukukun üstünlüğüne bağlıdır.”


Ümit Kardaş: 1971'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 yılında askeri hakim, 1985 yılında hukuk doktoru oldu. Çeşitli yerlerde savcılık, hakimlik ve adli müşavirlik yaptı. 1995 yılında emekli olup, serbest avukatlığa başladı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda yazıları yayınlandı. Halen internet gazeteleri Artı Gerçek ve Son Medya’da yazmaya devam ediyor. Bülent Tanör eser yarışmasında birincilik ödülü alan "Türkiye'nin Demokratikleşmesinde Öncelikler" isimli çalışması 2004 yılında yayınlandı. "Hukuk Devlete Sızabilir mi?", "Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi", "Demokrasi ve Hukuk Krizi, "Zulüm Özür Uzlaşı", Kardaş’ın yayınlanmış kitaplarından bazıları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi