Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

Hasret Gültekin’e 30 yıllık hasretimdir

Bu yıl 30 yıl oldu Hasret’siz dünya. Ne yazık ki Madımak katliamına yeterli cevap üretilemedi: Müze işi bir hakarete dönüştü, dava zaten baştan sona hukuki ve siyasi kötülüklerin sahnelendiği bir süreç olmaktan öteye geçemedi.

Pir Sultan’ım yaratıldım kul deyi

Zalımların elinde mi öl deyi

Sesi hâlâ kulaklarımda:

Rabe em herin wî tay.”

“Kalk karşı yakaya geçelim.”

“Wî tay”, karşı yaka, ırmağın, dağın öte yanı. Hasret “wî tay”ı, ((Türkçeleştirerek “ütay” ya da “utay” diye söyler ve) “ütopya”nın Kürtçe karşılığı gibi görürdü. Hasret’in doğduğu “Han Köyü” (Gundê Xanê) de dahil Koçgiri’de her bahar delikanlı çağdaki gençler, kar sularının erimesiyle çoşmuş ırmağın öte yakasına geçmeye can atarlar. Aileler için kabustur bu heves. Hasret’e göre “ütopya”larımıza ulaşabilmek için, öte yakaya geçme cesaretini göstermek lazımdı. “Öte yaka”ya düşmanca bir kundaklamayla gideceğini, gidip bir daha dönmeyeceğini nereden bilirdik?

Baharın açtığı sınavdı “wî tay”a geçme sınavı, bu sınava girmek şarttı. Dünya bizsiz de dünyaydı belki ama ona katılmak, çağrılarına cevap vermek, sınavlarına girmek gerekirdi. Hasret dünya sınavına müzikle atıldı, sonradan diyeceği gibi: “Şairler şiirler yazıyor, ressamlar resimler yapıyor ve biz ozanlar türküler söylüyoruz. Peki bütün bunları niçin yapıyoruz? Dünya alışkanlıktan değil de sevgi ve mutluluktan dönsün diye.”

MÜZİK İLE BİR OLDU

Müziği sevdiğini söylemek çok afaki kalır, hayır, sevgiyi aşan bir bağı vardı müzikle, müzikle oluyordu o, müzikle kuruyordu kendisini, dünyanın dönmesine katılıyordu müzikle. Durmaksınız “öte yakaya” geçmeye çalışıyordu, bir nota, bir söyleyiş biçimi, bir çalış biçimi, bir ezgi, bir tavır coşkuyla öğrenmek ve icra etmek istediği yeni bir “wi tay” sınavı oluyordu onun için. Kısacık 22 senesine sığdırdığı dünya kadar iş ancak böyle bir hemhal olmayla mümkündür zaten.

Hasret 1 Mayıs doğumludur; doğum gününün hakkını verdi hep, adanmış bir müzisyen değildi sadece, kararlı bir komünistti de. Bir Koçgirili olarak, Alişan Bey’in torunu olarak, Kürtçeye hassasiyeti büyüktü. Güzel konuşurdu. Zazaki ve Sorani de anlardı. Müziği, Kürt-Kızılbaş-Komünist müzik dünyalarının bedeninde kesişmesiyle kurulmuştu. Dil yeteneğine değinmiş olalım: Bir ayağı Almanya’daydı, Almanca bilirdi, Anadolu Liseliydi, İngilizce bilirdi. Türkçesini biliyorsunuz zaten.

SINIFTAKİ BAĞLAMA

Kadıköy Anadolu Lisesi’ndeki sınıfında, öğretmenin arkasında dururdu sazı. Sazıyla giderdi okula evet, ya okuldan önce ya okuldan sonra bir etkinliği, bir çalışması, bir meşki olurdu. Meşk evet, “meşk” geleneğinden gelir Hasret. Bir tavrını, bir tarzını, bir usulünü, işte bir yönünü beğendiği birini fark etti mi, ne yapar eder ona ulaşır, onunla çalışırdı. Haydar Acar ile meşk etti. Talip Özkan ile meşk etti. Nesimi Çimen ile meşk etti. Arif Sağ ile meşk etti. Gani Nar ile Musa Eroğlu ile Abuzer Karakoç ile Hasan Hüseyin Demirel ile… Müzikle hemhal oluşu, okulu bırakmasına yol açtı. Müzik onun hem öğrenci hem öğretmen olduğu dünyasıydı zaten; evde, yolda, kırda, belde meşk halindeydi hep. Evde mesela, yine bir müzisyen olan ablası Güler ile meşk ederdi, ikilinin Kürtçe “Zore” düetini internetten bulmak mümkün.

Koçgirili usta müzisyenlerden (ayıp bir ifadeyle “yerel sanatçı” denilen) Haydar Acar’ı usta belledi, “Deli Derviş” öğrenmek için çok çalıştı. Erdal Erzincan da “Deli Derviş” için Hasret gibi Haydar amcanın eşiğini aşındırırmış, o zaman bilmezdik. Hiç karşılaşmamanın üzüntüsünü çok güzel ifade eder Erdal Erzincan, gerçek bir sanatçı yasıdır onunki: “Ben onunla öldükten sonra rüyalarımda saz çaldım.”

Büyük dengbej, Kürt müziğinin ustalarından Şakiro’yu fark ettiğinde mesela, günlerde gecelerce dinledi. Yaşadığını öğrenince içi içine sığamadı, kalktı Muş’a gitti. Sesini kaydetti, günlerce dinledi o kayıtları da.

Koçgiri’de ağıt geleneği hâlâ canlıdır, (çoğu kadın) çok iyi ağıtçılar vardır, bunları dinlemek için cenazeleri kaçırmamaya çalışırdı. Adını duyduğu bir ağıtçıyı bulmak için elinden geleni yapardı. Esasen Hasret’in müzikle ilişkisi, Koçgirili ağıtçı kadınların ilişkisine benzer, onlar “müzik yapmaz”lar, ölenle ve kalanlarla müzik aracılığıyla söyleşirler, gidenin acısını kalanlar daha iyi taşıyabilsinler diye. Dünya rasgele dönmesin, acıyı bilerek, yaşayarak, paylaşarak dönsün diye.

Devrimci müzisyen Nesimi Çimen’e sevgisi büyüktü. “Baba” diyordu, şelpe’yi ondan öğrendi. Bir keresinde gece yarısı uykusundan uyandırmışlığı bile vardır, son gösterdikleri içinde aklına takılan bir tekniği bir daha göstersin diye. Beraber türküler yakacaklardı besbelli ama beraber yakıldılar, ne yazık. Mazlum Çimen, Hasret’in yasını kahkahalar attıracak güzel öyküler aracılığıyla tutar, iyi müzisyen değil sadece, iyi bir anlatıcıdır Mazlum Çimen.

BİR YASAĞIN İLGASI: NEWROZ ALBÜMLERİ

Bir Koçgirili olarak Kızılbaş deyişlerine ve Kürt şarkılarına düşkünlüğüne, bir işçi çocuğu olarak sosyalist müzik dünyasına düşkünlüğü eklendi. Sosyalist sanatçılarla çalışmayı çok sevdi; 22 yaşına sığdırdığı üç kişisel albümün yanı sıra, çok sayıda albüme ortaklık etti. Kolektif işlere yakın durmayı sevdi; Kadir Karakoç ve Ali Rıza Özkan ile “Gökyüzü” ekibindeydi. Durmadan çalıştı. İşlerinin en önemlilerinden biri, dert etmekten hiç vazgeçmediği Kürtçe yasağına karşı çıkardığı iki Newroz albümüdür. Şivan Perwer’in 12 Eylül sonrası Türkiye’de yayınladığı (enstrümantal) albümde de imzası vardır. Ne var ki bir Kürtçe albüm yapmaya zamanı olmadı, bunu çok istiyordu ama “her şeyiyle mükemmel” bir iş olması için zamanını bekliyordu; Tolga Çandar’ın dediği gibi: “Mükemmeli arayan bir müzik emekçisiydi.” Erkenden birçok Avrupa ülkesinde konserler verdi, komşu Yunanistan’dan sanatçılarla çalıştı.

Sivas’a gittiğinde, baba olmayı bekliyordu; sevgili eşi Yeter Almanya’daydı. “Roni” adını heyecanla seçmişti. Göremedi ama Roni’yi. Yeter, “Hasret” adını da ekledi bu Koçgiri’nin zarif sanatçısının oğlunun adına.

MADIMAK’IN ÖNCESİ SONRASI

Bu yıl 30 yıl oldu Hasret’siz dünya. Ne yazık ki Madımak katliamına yeterli cevap üretilemedi: Müze işi bir hakarete dönüştü, dava zaten baştan sona hukuki ve siyasi kötülüklerin sahnelendiği bir süreç olmaktan öteye geçemedi. Hatta, kimin niye öldürüldüğü bile yeterince açık değil hâlâ: Laik cumhuriyete yobaz kalkışma teorisi ile halkın hassasiyetlerini tahrik teorisi arasında bir tahtırevalliye dönüştü her şey. İlk teori, “cumhuriyet”in hükümetiyle, emniyetiyle, askeriyle, idaresiyle katliamın doğrudan içinde olduğunu görmek istemeyenlerce çok tutuldu; ikinci teori zaten 1966 Ortaca saldırısından beri Alevilere yönelik her şerde aynı nakaratları tekrarladı durdu.

“Madımak sadece Alevilere yönelik bir saldırı değildir” lafı çok tekrar ediliyor; elbette “sadece Alevilere yönelik” değildir, fakat böyle demiş olmakla fazla bir şey söylemiş olmuyoruz! Öfkeye yol açan şenliğin adının “Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri” olduğunu düşünürsek, “Sadece Alevilere yönelik değil” vurgusunun, Alevilere yönelik düşmanlığın hem tarihini hem güncelliğini hafife alma riski taşıdığını kabul etmemiz gerekir.

Kendi payıma, sevgili “pismam”ımın şahsında “Madımak neye saldırıdır” sorusuna bir cevap yolu mümkün olduğunu düşünüyorum: Tıpkı Suruç gibi, tıpkı Gar Katliamı gibi, “Kızılbaş, Kürt, sosyalist, demokrat” kişi ve kesimlerin buluşmalarına yönelik özellikli bir saldırıdır. Dünya döndüğünden başka türlü dönsün diye çabalayanların bir araya gelmesine yönelik bir saldırıdır. Alevilere yönelik bir saldırıdır. Kürtlere yönelik bir saldırıdır. Sanatçılara yönelik bir saldırıdır. Demokratlara yönelik bir saldırıdır. “Laik cumhuriyet”in kurumlarının, saldırıya uğrayanlara ve yakınlarına değil, saldırıyı yapanlara ve yakınlarına gösterdiği şefkat şiddetin kaynağını daha iyi kavramaya yardımcı olur.

İbnu’ul Mukaffa’nın 1300 yıl önceki saptaması, 2 Temmuz’da ciddi bir örnek bulur:

"En kötü zaman, yönetenin ve halkın kötülüğünün birleştiği zamandır." Jenositlerin, pogromların kaynağıdır bu kötülük birleşmesi. Koçgiri’den Dersim’e, Ortaca’dan Elbistan’a, Çorum’dan Maraş’a, “laik cumhuriyet” nerede duruyordu ise Madımak’ta da orada duruyordu esasen, “halk”ıyla beraber!

Fazla ciddileştim, son bir kişisel anekdot ile yad edeyim: Bir Koçgiri aşığıydı. Kendisi gibi müzikle hemhal olan Alişer Efendi’ye özel dikkati vardı. Bana “gundî” der, eklerdi: “Gundiler şovenizm yapamaz, Koçgiri şovenizmini bana bırakman lazım!” Bir dostum, “Hesret, Qoçgîrî ye” (Hasret, Koçgiri’dir) dedi geçenlerde. Haklıydı.

Hesret, Qoçgîr

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi