Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Dilekleri perilere bırakalım

Maltepe Piazza AVM'de “açım ben aç, çocuklarım aç” diyerek intihar eden Yılmaz Çakır, bir dilek tutmadı yeni yıla ilişkin. Derin ve uzun bir çığlık gibi öldü. İşte o düşerken girdik yeni bir seneye ve o hala düşüyor

Masallarda olağanüstü bir yoldan geçmesi gereken masal kişisine yardım, bir peri ya da cin gibi doğaüstü bir varlıktan dolaylı bir biçimde gelir. Ona yoldaki zorluklarla baş etmesi için ya sihir yoluyla kullanım biçimi başkalaşan nesneler ya da iyi kullanması gereken dilek fırsatı sunulur. Dileklerin akıllıca değerlendirilmesi gerekir çünkü onlar çetrefil bir yolda nadir rastlanan şanslardır. Masalın adaleti, imkansızı imkanlı kılar ve kendinden çok daha güçlü varlıklarla karşılaşan anlatı kişisini zafere ulaştırır. Ama buradaki büyülü yardım ya da şansı elde edebilmek için perilerin ya da cinlerin, yardımına mazhar olacak bir amaçlılık gerekir. Peri masallarında yola çıkan iyi biridir ve belki de o iyi kalabilsin diye desteklenir.

Çocukken bir dilekte bulunmak için önce dilek hakkını elde etmek gerektiğini düşünürdüm. Perileri çok meşgul etmemek gerektiğini düşüne düşüne, dilek denilen şeyi başkasına havale etmenin pek bir anlamı olmadığına çarptım. Ama masalları şimdi de severim, aslında beni bu dünyanın dışına çıkaracak bütün biçimleri, rüyaları, fantastik edebiyatı, yıldızları ve bütün bunlar saçmalık denilen ne varsa hepsine bayılırım. Çünkü ancak o saçma şeylerin içinde, insan kendi gücünün sınırını, güvenliğini, hep mantıklı olması gerektiğini vb. düşünmez. Ancak o saçma formlarda insan biçimi akışkan, esnektir ve kendini bir lokmada yutacak devlere saldırmaya cüret edebilir.

Yeni yıla girmek üzereyken, sadece çocukların değil yetişkinlerin de yeni zaman için dilekte bulunduklarını düşündüm. Bir gün önce, milli piyango bileti biçiminde maddileşen para dileğinden perilerin hoşlandığını sanmıyorum dedim, marketteki kasiyere. Bana “bilet aldın mı abla” diye sormuştu. Güldü. Bu çok ciddi bir meseleydi aslında, bir gün anlatırım diye düşündüm, şimdi işi çoktu ve dışarı çıktım. Marketin önünde yatan köpeklere sizin dileğiniz ne diye sordum, burada yatabilmek dediler. Mahallede dilek soruşturması yaptım. Yaklaşık on beş, on sekiz insanla, beş köpekle, iki saksağanla, yedi kediyle konuştum. Hepsinin dileğinin ortak noktası, canlı ihtiyaçlarına aitti. Kapatılmadan sokakta gezebilmek, dükkanı büyütmek, ev almak, çocuğun okul parasını yatırmak, borçları ödemek, üç öğün yaş mama, barınılan ağaçların kesilmemesi. Dilek listesinin içerikleri çoğunlukla böyle isteklerden oluşuyordu, makul, zaten olması gereken ihtiyaçlar, dilek haline gelmişti, belki dualara da girmişti bunlar.

Yeni yıla girerken işte onların dileklerini düşündüm ve ortada neden hiç peri kalmadığını da anlamış oldum. Sistem sadece bizi değil perileri, olağanüstü düşleri de yemişti. Sistemin yediklerinden ürettiği düşler ise hiçbir şeye benzemiyordu, “çökmüş” bir zamana kilitli, çıkışsız, geleceksiz kurgularıyla bilinçdışımızı karartıp, hayal gücümüzü de çoraklaştırmış, gündelik gerçekliğimizi ise zaten cehenneme çevirmişti. Peki barınağa kapatılmak istemeyenlerle, yaş mama isteyenleri bir tarafa bırakacak olursak, niye herkes zaten doğal hakkı olan bir şeyi dileğe çevirmişti.

Dilek dediğin azcık mucize, biraz sihir içermeli en fazla da ulaşılmaz olan dönük olmalıydı. Borçlarımı ödeyeyim diye dilek mi olurdu, insanları borç batağına sokan şey kesinlikle doğaüstü ya da olağanüstü bir maddeden yapılmamıştı. Metal bir borunun ekseninde tıngırdayarak dönen bir sömürü mekanizmasının adıydı ve mekanizmayı oluşturanlar bildiğiniz ölümlülerdi ve bu metal ruhlular kendilerini aşkın bir şey olarak göstermenin en sefil biçimini bulmuşlardı. Bildiğiniz hüpletme ve depolama boruları. Çocuğun okul parasını ödemeyi dilemenin bu dile tercümesi, bizi soymaktan vazgeçin ve gelir dağılımını düzenlemekten elinizi çekin demekti.

Yeni yıla girerken dilekleri, perileri, olağanüstü olan her şeyi, uçma arzusunu, devlere saldırma isteğini kurtarmamız gerekiyor diye bağırdım kapı eşiğine, ay değirmenine ve bana tek inanacak çocuk kişilere. Hatta padişahın kızını isteyen o sefile bile razı olacaktım, yeter ki bu kadar kederli bir şeye dönüşmesin dilekler. Evet hepsi çok fazla kederliydi, hayatı boyunca çalışıp insanca yaşamayı dileklere havale eden canlıların durumu.

Maltepe Piazza AVM'de “açım ben aç, çocuklarım aç” diyerek intihar eden Yılmaz Çakır, bir dilek tutmadı yeni yıla ilişkin. Derin ve uzun bir çığlık gibi öldü.

İşte o düşerken girdik yeni bir seneye ve o hala düşüyor. Her şeyi kendi yerine koyalım, o çığlığın bildirdiğini sınıf kavgasına, o acıyı kader tanrıçalarına değil de kafa yerine kasa taşıyan o adamların banka işlemlerine havale edelim. Her şeyi olması gereken yere koyalım, sütleri buzdolabına, kuşları ağaca, bulutu gökyüzüne.

Her şeyi yerine koyalım, ölüleri mezarına, metal ruhları hurdalığa, kendini yenilmez sananları bir komedi sahnesine, çiçekleri güneş alan bir yere. Dilekleri perilere bırakalım.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi