Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Ne gelmiş olabilir bu ülkenin başına?

Ne hayatı? Hayat dedikleri bir şey var, ne olduğunu bilmiyoruz, bize ulaşmıyor, Faturalar, borçlar, evi boşaltın tehditleriyle başbaşa bırakılmış gibiyiz. Ne gelmiştir bu ülkenin başına da çoğunluk için hayat durmuştur.

Başımıza taş gibi yağan zamları ve gülle etkisi yaratan vergileri, “bu filmin bir sonu var mı, kim çektiyse Dyonizos'un keçileri kovalasın” diye seyrediyorduk. Dyonizos'un tekinsiz keçilerinden biri sayılabilecek arkadaşım, ayakta tutmaya çalıştıkları küçük bir tiyatroya ticarethane muamelesi yaparak, vergileri ağırlaştıranlara çok öfkeliydi. “Bunlar tiyatro yapmamızı istemiyorlar, onlara inat yapmanın bedeli giderek ağırlaşıyor” diyordu. Valla ben de sadece onlara inat olsun diye hayatta kalmaya çalışanlardandım, adamlar bütün hayallerimizi kendileriyle sınırlandırmışlar, başka bir şey düşünmeyelim diye uğraşıyor gibilerdi.

Gelen vergi haberini almadan önce keçi arkadaşım bana, başka bir hikaye anlatıyordu, neden küçük tiyatroların yerli oyunları yapamadıklarına ya da istedikleri oyunları yapamadıklarına ilişkin. Doksan kişinin altında seyirciniz varsa, çok istediğiniz bir yazar-özellikle hayatta değilse- ondan kalan telifleri yöneten ailelerin nasıl sorunlar çıkardığından söz ediyor ve “işte bu yüzden hep benzer oyunları yapıyoruz, çünkü devletin vurduğu yetmiyormuş gibi, yaşasa oyunlarını oynamamıza sempatiyle bakacak bir yazarın yakınları tarafından şiddete uğruyoruz” diye yakınıyor ve ülkede engel denilen şeyin ne kadar çok biçimli ve çok yönlü olduğunu aktarıyordu. Tam bu konu hakkında derinleşip, miras hukukuna zaten illet olan ben, kendi yazmadığı oyunlarla, üstelik telif ödendiği halde- bildiğiniz muhasebeci ilişkisi kuran kişilere düşmanlık manifestosu yazmaya hazırlanırken, yeni zamlar aniden karşımızda belirdi.

Yol yapanlar bulutlara dijital bir ekran yerleştirmişlerdi, gece yarısı yayımlanan resmi gazete verileri, sabah kalktığımızda karşılaşacağımız yeni fiyat eğrilerini anlık gösteren bir ekrandı artık, bakınca düşlere daldığımız bulutlar. “Bunlar tiyatro yapmamızı istemiyorlar” diye bağırdı, “böyle vergi mi olur, deli misiniz.” Konu başka yöne kaymıştı çoktan.Telif için canını yakacaklarım için bir parantez açmak zorundaydım, çünkü darbe bu defa herkese aynı yerden geliyor, tiyatrocularla düşük gelirli insanları birleştiriyor ve bizi hep aynı şeylerle, basit ihtiyaçlar listesiyle başbaşa bırakıyordu. Üstelik biz öyle sokaklara dökülüp olay çıkaran halklardan değildik, birbirimize sarar, evde çocuk, kadın döver ya da sudan sebeplerle trafikte olay çıkarır, cinnetimizi birbirimize fırlatarak yatıştırırdık.

Biz öyle bildiğiniz haklardan değiliz, diye tekrarladım. Sonra nedense bütün olanlar karşısında çoğunluğun zehirlenmiş tepkisini yansıtsın diye görev verilmiş bir siyasetçinin, hayat devam ediyor sözüne çarptım. Bağlamından bağımsız kafamda sadece “hayat devam ediyor” yankılanıyordu. Kimse de ne hayatı, buna hayat mı diyorsunuz demiyordu. Ben diyeyim o zaman, ne hayatı! Hayat yeşil, sulak alanlarda kısa da olsa mola verilen bir yolculuktur, ya da insanın en azından iki saat bir şey düşünmeden geçirdiği zamanları hatırladığı bir yerdir. Hayat, iki üç kişi dışarıda yemek yiyebilmek, gelecek için mütavazı da olsa planlar yapabilmektir. Hayatın içinde kitaplar, konser, tiyatro, sinema ve çay kahve içilen yerler bulunur. Oradan çıkınca da mülk sahibiyle düeolla yapmadan girilecek bir evi olur insanın. Hayat, çocuğunu okula harçlık vererek göndermek, arada kredi kartının asgarisini bari ödeyebilmek gibi sıradan durumları içerir. Hep mezarlık ziyareti değildir hayat. Yağmur yağınca deprem bölgesindekiler ne yapıyor diye düşünmeden bir şarkı mırıldanarak gezebilmektir hayat.

HAYAT AKIYOR, BİZ DURUYORUZ

Ne hayatı, ne devamı. Devam denilen şeyin bir akışı vardır, bir durumdan diğerine geçiş noktaları. Daha da önemlisi devam eden şey hayatsa, tek başına yalıtık biçimde akmaz, birlikte akılır. İçindesinizdir, beraber akarsınız, ama şimdi hayat dedikleri bir şey var, ne olduğunu bilmiyoruz, bize ulaşmıyor, o devam ediyor, biz duruyoruz. Bir yerde buluşacak mıyız hiç bilmiyoruz. Heey diye bağırıyoruz arkasından, tek başına gezmeye giden kocasına “körolasıca bir gün de çocuklarla beni gezdir” diyen o öfkeli kadın gibi. Koca arkasına bile bakmadan gezmelere gidecek, evin nafakasını dışarıda yiyecek. Aynı biz. Hayat birileriyle beraber akarken biz kitlesel olarak dışlanıp, evde bırakılmış gibiyiz. Faturalar, borçlar, evi boşaltın tehditleriyle başbaşa bırakılmış gibiyiz. Biz niye yaşayamıyoruz bu hayatı.

Ülkedeki çoğunluğun içine atıldığı durumun felaketine bakan yabancı bir göz, bu türden bir çılgın fiyat artışını, art arda gelen vergi şamarını, temel ihtiyaçlarla insanların arasına konulan uçurumu, koşarak ülkeden kaçan meslek sahiplerinin sayısını ve neredeyse her alandaki aleni çöküşü ancak korkunç bir savaşın ortasında kalmış bir ülkeye bağlayabilir. Hiçbir şey yönetilmeye kalkışılmasa bile şüphesiz durum içinde bulunulan manzaradan daha iyi olacaktır.

Ne gelmiştir bu ülkenin başına da çoğunluk için hayat durmuştur. Ne gelmiştir bu ülkenin başına da herkese ömrü boyunca ödese bitiremeyeceği banka borçlarından başka bir şey kalmamıştır. Ne gelmiştir bu ülkenin başına da çökmüş bir ekonominin ortasında, ölümle hayat arasında, katırla satır arasında kalan insanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Ne gelmiştir bu ülkenin başına da, sürekli çalışan insanlar, asgari ihtiyaçlarını karşılayamaz haldedir? Yabancı bir göz, olayları tam anlayamayan biri duruma bakıp bunları soracaktır. Şimdi ona ne anlatacağız, gerçeği mi?

Keçi arkadaşım beni dinlerken kendi tiyatrosunu unutmuştu, birlikte tekrar ediyorduk, “ne gelmiş olabilir bu ülkenin başına?” Bak dedim telif istemem, gel bunu oyun yapalım, madem cepheden saldırıyorlar, eşitiyle karşılık verelim, ismin onurunu kurtaralım.

Sahi ne gelmiş olabilir bu ülkenin başına? Yakında tiyatrolarda.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi