Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

10 Ekim: Barışın öldürüldüğü gün!

Ankara Gar saldırısı, “Barış, demokrasi, emek” talebiyle bir araya gelmiş son etkili politik topluluğun imhasıydı. Bir daha öyle bir imkan oluşturulamadı.

10 Ekim katliamında sadece barış isteyen 109 insan katledilmedi, barış fikirdi, barış arzusu, barış isteme takati de katledilmiş, bugünden bakınca anlıyoruz. Dönemin içişleri bakanı “Herhangi bir güvenlik açığı söz konusu değil” demişti, yerden göğe haklıydı güvenlik açığından değil fazlasından kaynaklıyordu katliam.

Gar katliamı, Suruç’a açılan ve Gar’da kapatılan bir mektup dizisinin sonuncusuydu: Suruç’ta, Rojava’ya gitmek ya da destek yollamak için bir araya gelen Türk ve Kürt sosyalistler hedef alınmıştı. Bu iktidarın 22 yıldır en temel hedefi: Özgürlük, barış ve demokrasi isteyen güçlerin bir araya gelmesini engellemek. İşçi köylüyle, ikisi öğrenciyle, işsizle, sosyalistler kalanlara ya da Alevilerle buluşmamalı ve elbette Kürtler hiçbiriyle buluşmamalı, mümkünse de hepsi önce Kürtlerle düşman olmalı, Kürtler dahil! Suruç-Gar hattındaki IŞİD filan görünümlü patlamalar hep bu içeriğin yazıldığı mektuplardı. Suruç’ta da Gar’da mektuptaki “el yazısı” IŞİD’e benziyordu ama hepsi bu, o eli tutturup yazdıran vardı, içişleri bakanı (Selami Altınok idi) o nedenle güvenlik açığı olmadığından emindi. Suruç mektubu, “Sosyalistler Kürtlerden ve Rojava’da uzak dursun” teklifinin yazıldığı mektuptu, “Yeni Kemal Pirler istemiyoruz” diyordu.

Gar ise buna bir de “barış” talebini ekliyordu. Gar’da çünkü, sosyalistler, sosyal demokratlar, Aleviler, işçiler, işsizler... herkes vardı o yüzden oraya daha kalın yazılı yani daha kanlı bir mektup lazımdı.

Suruç ve Gar katliamları, doğrudan operasyon kararı ile işlenen ve yine güvenlik eksikliğine değil fazlalığına dayanan Roboski katliamının devamlarıydı; aynı zamanda Roboski nedeniyle oluşan barışçı ya da operasyon karşıtı değilse bile güvenlik aygıtını eleştiri hedefi yapmayı öğrenmiş kesimlerin susturulması emrini içeriyordu iki saldırı da.

Hedef tamam. Bir süredir hem içerde hem dışarda “operasyon” var; “barış” diyen tek ses yok. Çok değil sekiz yıl önce Suruç’ta “Rojava’ya gidip Kürtlerle beraber IŞİD’e karşı savaşmak” isteyen gençler kameralar önünde halay çekebiliyordu. Çok değil sekiz yıl önce Ankara’da CHP’li gençler dahil her partiden, dernekten, STK’den, platformdan, etniden, inançtan insan Ankara’da “barış istiyoruz” diye haykırabiliyor, halay çekebiliyordu. İki saldırı ile iki temel hedef gerçekleşti: Sokağın siyasete kapatılması ve Kürtlerle ilgili meselede kimsenin sesinin çıkmaması.

Sokak siyasete kapatıldı, ülkeyi koca bir AVM haline getirme hayali hala sürüyor, “Aman oyuna gelmeyelim”ci CHP, atanamayan hükümet üyesi ırkçı-dinci İYİ Parti, o dönemin başbakanı tarafından kurulan ama “özeleştirisi” yerine sadece Erdoğan’ı soyut laflarla suçlayan Gelecek partisi falan bugün “barış”ın adını bile anmıyorsa, bombalardan korktukları için değil, amacını paylaştıkları içindir. Konu İsrail’e gelince “barış”tan ve Filistinlilerin direnme hakkında büyük büyük laflarla dolu cümleler kurabiliyorlar hâlâ ama az kaldı bu savaş dostu kafayla yakında Netanyahu’nun yaptıklarında da doğrular bulmaya başlarlar; Filistinlerde hatalar bulmaya başladılar bile zaten.

Gar saldırısı, dönemin mafya babası (Başbakan idi belki de kim bilir) Rize’de miting yapıp “oluk oluk kan akacak” dedikten sonra geldi. Dediği oldu, oluk oluk kan aktı. Diyarbakır İstasyon Meydanı, Suruç ve Gar o seridendi. İlkinde HDP’ye “Bara yürüme” denilmişti, ikincide sosyalistlere “Kürtlere yürüme” denilmişti, üçüncüde herkese, “Barış dediğini duymayacağım” denildi. Sur dahil birçok yerde çatışma vardı, insanların cesetleri buzdolabına konuluyor, sokaklarda cesetler kalıyor, öldürülenler zırhlı araçlara bağlanıp sürükleniyordu, fırın işçisi yoksul çocuklar kurşuna dizilip PKK’li elbisesi giydirilerek yutturulmaya çalışılıyordu o günlerde. Atmosfer, durum vahimdi ama umut yok değildi, “barış” diyebilenler vardı, bir araya gelip başkent’de barış diye bağırabiliyorlardı. Kürt illerinde kaymakamlar, valiler “Yasak” deyince yasak mümkün oluyordu ama Ankara’da “yasak” ancak böyle bombalarla mümkün olacaktı.

İşte Ankara Gar saldırısı, “Barış, demokrasi, emek” talebiyle bir araya gelmiş son etkili politik topluluğun imhasıydı. Bir daha öyle bir imkan oluşturulamadı, “sağ kalanlar” acıları ve iktidara sözde muhalif politik aktörlerin basiretsizliğiyle kendi acı ve dertlerine gömüldüler.

Ankara Gar katliamı, bir suikast niteliği taşır: En büyük hayali sokaksız siyaset olan iktidarın ve iktidar ne yaparsa desteklemenin bir yolunu bulan muhalefetin ortak suikasti. Aynı günlerde bir komutan, “İki cephede savaştayız” lafını kullanmıştı, iktidar ne yaptığını iyi biliyor, “Savaş” diyor açıkça. Elbette “barış” diyebilen kimse kalmayınca daha kolay dönüyor savaş çarkı, hele bir de “Vur vur inlesin, ama iyi vur, az vurursan hesap sorarım” filan diyen bir de muhalefet varsa! Baktınız çok sıkıştınız, “Kahrolsun İsrail” diye bağırın, adaletten, haktan ve barıştan yana olduğunuz sanılır, iktidarınız, muhalefetiniz ve AB’li dostlarınız gibi aynı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi