Demir olsam erirdim, toprak oldum dayandım

Demir olsam erirdim, toprak oldum dayandım
Arzu’nun davası, Türkiye’de uzun zaman sonra istismar suçlamasıyla babaya karşı açılıp, kazanılmış ilk dava. Davanın sonunda bütün toplum kurtarılıyor bir tane günah keçisi seçilip, baba altı yılla cezalandırılıyor. Arzu tarihe bir not düşüyor.

Bundan iki yıl önce Instagram hesabıma bir mesaj düştü;

“Cesaretinize özgüveninize hayran kaldım iyi ki varsınız, iyi ki varız, yaramız aynı… Benimle hemen hemen aynı şeyleri yaşayan ve güçlü kalan birisini görmek beni gururlandırıyor.”

Son üç yıl içinde birçok kadın, erkek, lgbt+ bireyden mesaj aldım. “Yarası aynı olan…” Bu mesajların hepsine cevap verdim. Yardım isteyen olduğunda, elimden geldiğince yardım ettim. Kimisiyle sadece sohbet ettik. Kimisiyle arkadaş olduk, kimisiyle yoldaş. Arzu’da bu yoldaşlardan biri.

İnsanların bana sorduğu ve cevap veremediğim “Nasıl dayandın ve bu kadar güçlü kalabildin?” sorusuna, Arzu’ya baktığımda anlam verebiliyorum. Nasıl dayandın ve nasıl bu kadar güçlü kalabildin Arzu?...

Arzu sekiz yaşından on yedi yaşına kadar babasının cinsel istismarına maruz kalmış bir kadın. Arzu’nun deneyimine baktığımızda hiç şaşırmıyoruz artık. Neredeyse her gün benzer bir haber düşüyor önümüze.

Bir gün, ölümü göze alarak “Yeteeeeeer” diye bütün mahalleyi ayağa kaldıracak kadar bağırdığında, fiziksel olarak cinsel istismarlar sonlanıyor. Ölümü göze alarak diyorum, çünkü cinsel istismara eşlik eden genelde evin içinde ölümüne bir fiziksel şiddet vardır. Özellikle uzun yıllara yayılan cinsel istismarlarda. Evin bütün bireyleri şiddet görür, daha da çok anne. Cinsel istismar sonlanıyor ama Arzu’nun kurtuluşu ancak on dokuz yaşında evlenip, o evden kaçmasıyla oluyor.

Doğrusu Arzu’nun evlenerek evden çıkması anne babası tarafından engelleniyor. Çünkü Arzu’nun ailesinin ona yaptığı yatırımın karşılığını vermesi gerek. Yıllarca okudu yeni çalışmaya başladı, kazandığı parayı ailesine vermeli, istismarcı anne babayla aynı evde yaşamaya devam etmeli. Yatırım dedikleri de istismar edilen ve tarlalarda emeği sömürülen, bedelini çok ağır ödediği yediği lokmalar. Annesinin daha hamileyken kolay doğum yapabilmek için kendisini aç bırakmasıyla başlıyor Arzu’nun lokmalarının bedeli. Babaanne istediği için doğurulan, istenmeyen çocuk olduğu yaşamının her anında hissettirilen, “istenmeyen çocuk” sıfatıyla hepimizden biri Arzu.

“ANNELER BİLİR”

Arzu daha on yaşında yeter diyor yaşadıklarına ve annesine anlatıyor. Genelde annelere anlatılır, anlatılmasa da anneler bilir. Kimse “bilmiyordum”un arkasına saklanmasın. Yine genelde de anneler çocuğu korumaz. “O senin baban, öyle şey yapmaz” diyerek annesi Arzu’yu bu koca dünyada yapayalnız bırakıyor. Arzu vazgeçmiyor, istismar dayanılacak gibi değildir… Babaanneye anlatıyor. Sonra teyzeye anlatıyor. Kulaktan kulağa yayılıyor istismar haberi, Arzu’nun anlatmadığı amca, hala, enişte bütün sülale yaşadıklarını öğreniyor. Ne mi yapıyorlar? Çocuklarını bir daha o şerefsizin evine göndermiyorlar. Arzu için mi ne yapıyorlar? Hiç!

Ailesinden ve akrabalarından destek göremeyince, ortaokul öğretmenine, sonra başka bir öğretmenine…sonra başka bir öğretmenine… ortaokul müdürüne… lise öğretmenine… lise müdürüne… rehber öğretmene … başka bir rehber öğretmenine….

On yaşından on dokuz yaşına kadar anlatıyor Arzu. Annesinin ihanetine rağmen, rehber öğretmenin “şizofrensin sen” demesine rağmen, müdürün “seni yurda verirler, orda da başına ne geleceği belli olmaz” demesine rağmen, anlatıyor. “Şizofrensem hangi ilacı kullanmalıyım öğretmenim” diyen bir çocuğun kaybolmuşluğuyla, yetiştirme yurdunda da istismarla korkutulmanın çaresizliğiyle anlatıyor…

Tabi ki annesi, babası onu birçok açıdan istismar etmeye devam ederken, yardım istediği insanlar onu susturmaya çalışıp çaresiz bırakırken, kimse yaptıklarıyla nasıl güçlü bir kadını doğurduklarının farkında değil. Söylenenler, yapılanlar, yapılmayanlar, bütün tavırlar ve mimikler; aşağılanan, hor görülen, değersizleştirilen çocuğun ve genç kızın hafızasına bir bir işleniyor. Bir gün bütün her şeyi haykırabileceğinin farkında olmayarak.

YILLAR SONRA DAVA AÇIYOR

Annesinin yıllarca “iki kızın olsun orospu olsunlar” diye beddua ettiği Arzu’nun iki kızı oluyor. Büyük kızına hamile kaldığında babasını müjde vermek için aradığında, Arzu’ya, çocuklarının da kendi yaşadığı kaderden kaçamayacağı hatırlatılıyor. Kızları Arzu için hayatındaki en büyük kırılma noktası oluyor ve kaderini değiştirmek için harekete geçiyor. Yıllardır sessiz sürdürdüğü mücadelesinde artık sesini yükseltiyor. “Yeteeeeeer!”… Ben yaşadım, çocuklarım yaşamasın, başka çocuklar yaşamasın… Yıllarca sürecek çok yıpratıcı bir davayı başlatıyor Arzu.

Davanın açılması bile aylar sürüyor. Savcılık dosyayı kapatmak istiyor. Birçoğumuzun davasının daha açılmadan kapatılması gibi. Arzu sosyal medyayı kullanarak davanın açılması için yol bulmaya çalışıyor.*

Arzu çocukken ona yardım etmesi gereken ama ‘hiçleşen’ insanlar, mahkemede ‘varolmak’tan kaçamıyorlar. Varoluşları, Arzu’nun aleyhine tanıklık ve şahitlik şeklinde oluyor. “Yeteeeeeer!” diye bağırdığında, yanında uyuyor olan erkek kardeşi dışında. Adaletin terazisi sallanıyor… Davanın sonunda bütün toplum kurtarılıyor bir tane günah keçisi seçilip, baba altı yılla cezalandırılıyor. Bir çocuğun sesi artık duyuluyor. Arzu tarihe bir not düşüyor…

Arzu’nun davası, Türkiye’de aradan uzun zaman geçtikten sonra istismar suçlamasıyla babaya karşı açılıp, kazanılmış ilk dava.

MÜCADELEYE DEVAM

Dava bittikten sonra Arzu mücadele etmeyi bırakmıyor. Toplumun bütün kesimleri tarafından yıllarca; ezilme, aşağılanma ve yok sayılmayla biriktirilen zehir, panzehire dönüşmüş durumda Arzu’nun mücadelesine güç vermeye devam ediyor. Şu an babasına karşı manevi tazminat davasını sürdürürken, biyografik kitabının yayınlanması için uğraşıyor.

Bir ülkenin meydanlarına heykeller dikilecekse Arzu gibilerin heykelleri dikilmeli. Onuru ve mücadeleyi anlatan heykeller. Bu, bugün bizim ülkemizde hayal ama biz gönlümüzün meydanlarına Arzu’nun heykelini diktik bile. Paramparça olmuş bir bedenin rüzgarda tül gibi savrulduğu ruhunun heykelini...


Meliha Yıldız: 1975’te, cinsel istismar da dâhil birçok ihmal ve olumsuzluğun yaşandığı bir evde doğdu. Kırk dört yaşına geldiğinde, bir video-röportajla yaşadığı cinsel istismarı anlattı, bu onun için mağdurluktan aktivistliğe giden yolculuğun başlangıcı oldu. Türkiye’de, aile içi cinsel istismarın “mağdur” tarafından anlatıldığı ilk kitap olan Kutsal Tecrit’i 2021 yılında yazdı. Çocuğun cinsel istismarıyla ilgili yaptığı çalışmaları https://melihayildiz.org/ sitesinde paylaşmaya devam ediyor

Öne Çıkanlar