'İstikrar Mahpushanesi'nden Yazılar': Ya\Ne Kıyamet Ya\Ne Refah

'İstikrar Mahpushanesi'nden Yazılar': Ya\Ne Kıyamet Ya\Ne Refah
Cennetleri oldukça farklı olsa da cehennemleri aynı olan muhafazakâr ve seküler kesimin bir başka ortak yanı, siyasî söylemle birlikte seçim süreçlerinde zihinlerinin sofistike bir beyin salatasına çevrilebilmesinde yatıyor.

Cem ORHAN - Güney ÇEĞİN


“On yurttaştan dokuzu benden nefret mi ediyor? Eğer içlerinde tek silahlı olan onuncusu ise bunun ne önemi var!”

Oliver Cromwell

Vedat Günyol, gayr-i resmî hâtıratı sayılabilecek Bu Cennet Bu Cehennem eserinde, 1970’lerin ortasında Mina Urgan ile İstanbul Köprüsü’nü dolmuşla geçmeyi seçtikleri bir gün başından geçen bir hâdiseyi anlatır. Günyol ve Urgan, dolmuş ücretini haydutluk seviyesinde pahalı bulan bir yolcunun dolmuş şoförüyle tartışırken şoföre, “Komprador!” diyerek hakaret ettiğine şâhit olurlar. Sol jargon silahşörlüğünde mâhir biridir karşılarındaki. Yalnız aynı hiddetli yolcu, aracın artık hareket etmesi gerektiği uyarısını alınca hepsine karşı haykırır: “Komünistsiniz siz, pis komünistler!”

Peki bu yurttaş bir “kavram kargaşası” içinde midir? Vedat Günyol’un enfes teşhisiyle, aslında karşımızda bir “kavramsızlık kargaşası[1] mı vardır?

Büyük geçişler yaşadığımız iddialarına karşın, 1974-1975 yıllarından kalan bu basit enstantane, sokak röportajlarında Sokratik diyaloglarla karşılaşmayı bekleyen azınlık haricinde kimseye yabancı gelmese gerek. Cennetleri oldukça farklı olsa da cehennemleri aynı olan muhafazakâr ve seküler kesimin bir başka ortak yanı, siyasî söylemle birlikte seçim süreçlerinde zihinlerinin sofistike bir beyin salatasına çevrilebilmesinde yatıyor. Gâyesini ne kadar unutursa mücadele azmi de bunu dengelercesine aynı oranla artan (seküler-muhafazakâr, Kürt-Türk, sol-sağ) siyasî kamplarımız, politik kelime dağarcığını artırdığı her gün analitik düşünce kaldıraçlarından bir başkasına daha vedâ etmeyi borç bilir zira. Muhalefetin borderline melankolisi, karşılığını ümidinde epeyce inatçı olan iktidar kampında bulur.

Yekpare bir seçmen profili hiçbir coğrafyada bulunmasa da genel eğilim oranlarını teşhis edebiliriz. Muhafazakâr dile göre bir nevi hakikat dedektifi, seküler dile göre ise yanlış bilinç mümessili olan seçmenin, kurulu düzen dışında hiçbir kesimi memnun etmeyi başaramıyor olması ise Türkiye dramasının standartlarına hayli uygun. Rus sosyal bilimci Dmitri Furman’ın Rusya’da ve çevredeki pek çok otoriter yönetimde yükselişini gördüğü ve “imitasyon demokrasi” olarak tanımladığı ‘muhalefet ve iktidar ortaklığı’nda, seçmen keskin uçlu kamplara ayrışırsa kendisine sunulan seçim söylemini politikacıdan bile daha yüksek fiyatta satın alabilir. Ne de olsa gerçek kumarbaza kaybetmek, kazanmaktan her zaman daha çekici gelecektir...

Bu açıdan toplumun evrimi ile kurumların hareketsizliği arasındaki paradoksun sonuçta illâki evrensel dönüşümlere yol açacağı sabit-fikri sanırız en iyimser olanlar tarafından bile Türkiye’de terk edilmeye başlandı. Yapı buhranlarının inanç buhranlarıyla beslendiği koşullarda toplumsal dönüşümün başlayacağı ümidi içindeki muhalif düşünce ile yitirilmiş refâha yeniden erişim ümidi içindeki muhafazakarlık, müsabakanın sonunda hayallerine kavuşamayacak görünüyor. Bir tarafta ancak kamu işleyişi üzerine kaygılanmama şartıyla düzen koruyuculuğu vasfını halka yükleyebilen iktidar, öbür tarafta ise haklı çıkmaktan ziyâde başkalarının haksızlığını ispat etmeyi zafer belleyen muhalefet; bu söylem açmazı hem reformları hem de büyük dönüşümleri diskalifiye etme potansiyeline sahip.

Gelgelelim tüm bunların yanında sözümona karşıt kesimleri birbirine dolayan vahim bir ‘öznellik teknolojisi’ de var: hınca kalıcı bir biçimde kendini teslim etme ve bunun, düzen içinde sabitlenme riskini daimî olarak muhafaza etme hâli. Politik mızmızlanmaların ihbar türünden iğnelemelere, ironi konusunda ifrata kaçan ruh halinin de bazen yüce nostaljik geri çekilmelere apansızca geçişlilikler yaşadığı bir ahvalden bahsediyoruz. Dolayısıyla kavramsızlık kargaşasının yanı başında bir de hıncın yarattığı idrâk noksanlığının tezahürü olarak karşımıza çıkan bir tür ilkesizlik siyasetinin başat siyaset haline geldiğini itiraf etmek gerekir.

İktidarın her seferinde daha ileri geleceğe ertelenen refah ve Büyük Türkiye ümidini, kaba zıttıyla muhalefetin söylem varyantlarında bulmasına şaşmamalı: Seçmeni yanlış bilinçle ithâm etme ve beklenen büyük kaosun yeni fırsatlar sunacağını pazarlama kısayolu. Halbuki kurguda bile kâtil ve hırsızlara sempati beslenmesi yaygındır ama aynı sempatinin züppelere bağışlandığı nadirdir. Herhangi bir yenilik sunmayan aşağılama kültünün yeterli gelmediği ölçüde büyük kaos beklentisine ümit bağlanması ise realiteden ziyade, insanın kıyamete yönelik psikolojik ihtiyacından izin almakta.

Gelecek ümidinin fırsatçılığa varan suistimali mevcutsa, ekonomik veya toplumsal kıyamet\eskatoloji düşüncesinin politik roller kazanması daha da kolaylaşır. Bir bakıma hem uçuş hem de düşüş aynıdır; aynı hisleri yaşarsınız, ikisinde de boşlukta rüzgârla mücadele edersiniz ama hareketin uçuş mu yoksa düşüş mü olduğunu nihayetinde yere çakılıp çakılmadığınız gerçeği tayin eder. Böyle kritik bir zirve ve zemin yolculuğunu kanaat önderlerinin hayallerinde kurması ne kadar kolay ise, toplumun -ondan beklenen ölçüde- bu hisleri yaşaması da o denli zordur.

1- Günyol, Vedat (1975), Bu Cennet Bu Cehennem, Çan Yayınları, İstanbul, s.7-8


Öne Çıkanlar