Sivri dilli bir şato sakini: İbrahim Gülistan

Sivri dilli bir şato sakini: İbrahim Gülistan
Gülistan kendisi hakkında ne söylendiğini, kimin onu nasıl yargıladığını hiç önemsemeyen biriydi. Huysuzluğu, kendine dönüklüğü, hatta bazen bencillikleri ve sivri diliyle yalnız bir dehaydı

Farhad EYVAZİ

Çağdaş İran tarihinin en etkili, en çok tartışma yaratan, en önemli sinemacı ve edebiyatçı aydını İbrahim Gülistan, istediği gibi yüz yıl yaşadıktan sonra 23 Ağustos 2023’te İngiltere’de sonsuzluğa ulaştı.

Birkaç yıl önce bir röportajında yüz yaşına kadar yaşamayı hedeflediğini söylemişti. Hem istediği süre bu dünyada yaşadı hem de toplumsal sınırlamaları önemsemedi. Dünyadan göçmeden önce kendisini destekleyenlere ve muhaliflerine yıllarca sürecek tartışmalara yetecek malzeme bıraktı.

Gülistan, uzun yıllar ilişkisi nedeniyle magazinel eleştirilere uğramasına rağmen kimseye bu tarz bir eleştiride bulunmadı. Sinema ya da edebiyat dünyasından kişilere ve eylemlere yaklaşımında nesnel ve bilimsel olmak konusunda büyük çaba harcadı. Eleştirilerinde sivri bir dil kullandı, kendisine otosansür uygulamadı. Bu da onun okları üstüne çekmesine neden oldu. Bu okları önemsemeden doğru bildiği hayatı yaşamaya, doğru bildiğini söylemeye devam etti. İran’da tabulaşmış isimlere de eleştiriler getirdi: Ünlü İranlı şair Firdevsi’den Celal Al Ahmed’e kadar pek çok şair ve yazar onun eleştirilerinden nasibini aldı.

FURUĞ FERRUHZAD’LA İLİŞKİSİ

Gülistan yıllardır ailesi dahil kimseyle görüşmeyerek kendi yalnızlığına çekilmişti. Ancak o yalnızlığında da dünyayı ve İran’ı takip etmeye, eleştirmeye, üretmeye devam etmişti. Kimileri onun Londra’da şatoda yaşamasını eleştirirken kimileri de onun evli bir erkekken, İran’ın ve dünyanın en büyük şairlerinden Furuğ Ferruhzad’la yaşadığı ilişkiyi didikleyip durdu. Bazıları da onun “kendine dönüklüğünden, sivri dilli oluşundan” dem vurdu. Ama kimse bu “huysuz” sanatçının izlediği yolu takip etmeyi, onun kişiliğini, hayatını değil de eserlerini eleştirmeyi seçmedi. İbrahim Gülistan huysuz bir dâhiydi. Herkes Celal Al Ahmed’i överken o, Celal Al Ahmed’in Marksizmi anlamadan solcu olmaya kalkmasını ya da onun dil bilmeden çeviriye girişmesini eleştirmiştir.

Gülistan’ın eleştiri oklarına çokça maruz kaldığı bir konu Furuğ Ferruhzad’la ilişkisiydi. Furuğ Ferruhzad Gülistan’ın kurduğu Stüdyo Gülistan’da çalışmaya başladığında aralarında bir gönül ilişkisi başlamıştır, ancak Gülistan evlidir. Pek çok eleştirmen Furuğ’un şiirlerinin İbrahim Gülistan’la tanışmasından sonra başka bir evreye geçtiğini dile getirmiştir. Bu düşünceye karşı çıkanlar da olmuştur. Furuğ’un 1967’de elim bir trafik kazasında henüz 32 yaşında vefat etmesinden sonra Gülistan’a bu tartışmaya dair ne düşündüğü defalarca sorulmuş, o da bitmek bilmez sorular karşısında susmayı tercih etmiştir. Furuğ’un dünya sinemasına Ev Karadır adlı belgesel filmiyle imzasını atmasında da Gülistan’ın büyük rolü olmuştur.

Şöyle soranlar olabilir: “Gülistan’ın Furuğ’un sinemacılığında ne rolü olmuş ki?” Farsçadan Türkçeye çevirdiğim Furuğ ve Sinema (Simurgart Yayınları) adlı kitapta Abbas Baharlu, bu rolden ayrıntılı biçimde söz etmektedir. Özetle şunu söylemek mümkün: Dönemin önemli şairlerinden Mehdi Ehavan Salis vasıtasıyla Gülistan filme gelen Furuğ, önce sekreter olarak çalışmaya başlamıştır; ancak Furuğ, kısa zamanda potansiyelini ortaya koymuş; Gülistan da hem sinemada hem edebiyatta Furuğ’un yolunu açmak için elinden geleni yapmıştır. Çok kısa zamanda Furuğ, Gülistan filmde her alanda söz sahibi olmuştur. Hemingway’in ölüm haberini güneyde bir film setinde iş başındayken öğrenen İbrahim, setin bütün sorumluluğunu Furuğ’a bırakarak Tahran’a dönmüştür. Furuğ yarım kalan çekimi bitirmiş ve sonrasında da montaja başlamıştır. Montajı da yine Gülistan film aracılığıyla gönderildiği İngiltere’de öğrenmiştir. Montaj işlerinden sonra da Gülistan filme sipariş edilen cüzzam hastanesi filmi, Gülistan’ın bizzat kendisi tarafından Furuğ’a verilir. Furuğ, İbrahim’in petrol şirketleri üzerine tanıtım filmlerinde yaptığı gibi bu sipariş tanıtım filmini sanatsal çarpıcı bir filme dönüştürmeyi başarır. Bu öğrencinin, ustasının önüne geçmesinde hem öğrencinin hem ustasının büyük rolü vardır.

İRAN YENİ DALGA FİLMLERİ

Gülistan film stüdyosu şöyle kurulur: İbrahim Gülistan devlete bağlı bir petrol şirketinin dergisinde çalışırken, bu şirket bünyesinde bir film şirketi kurulur, Gülistan da orada çalışmaya başlar. Zaman içinde bu şirket özelleştirilir ve bünyesindeki film ekipmanlarını elden çıkarmaya girişir. Gülistan bu ekipmanları satın alarak kendi film stüdyosunu kurar. Petrol şirketi tanıtım filmlerini Gülistan stüdyoya yaptırmaya başlar; ancak İbrahim Gülistan standart tanıtım filmi yapmak yerine sanatsal filmler ortaya koyar. Bazı şirketler için yaptığı filmler öylesine sanatsal boyut kazanır ki siparişi veren kurum ortaya çıkan ürünü kabul etmez. Gülistan film çalışanları aydınlar, yazarlar, şairlerdir ancak bunların hiçbiri sinema eğitimi almamıştır. Gülistan onlara sinema dersleri verir, bir kısmını yurt dışına sinema eğitimi almaya gönderir. İbrahim Gülistan sineması, Fransız Yeni Dalga akımından etkilenmiştir ancak İran kültürüne dair ögeleri barındırmaktadır. Denebilir ki İran Yeni Dalgasını yaratmıştır. Onun hem kurmaca hem belgesel filmleri İran Yeni Dalga filmleridir.

Gülistan stüdyosu yalnızca bir film şirketi değil edebiyatçıların, sanatçıların toplanma mahfilidir. Nitekim Furuğ da bu stüdyodaki sanat ortamı ve tartışmalarla, gelen müdavimlerle yeni bir çehre kazanmıştır. İbrahim Gülistan’ın edebiyatla bağı petrol şirketinde çalışmaya başlamasından öncedir. İbrahim’in babası Seyyid Muhammed Negi Gülistan, Şiraz’da çıkan Gülistan gazetesinin sahibidir; amcasıyla dedesi ise Şiraz’ın en saygın ve tanınmış dini ulemasındandır. Ancak İbrahim Gülistan gençliğinden itibaren farklı bir yol seçmiş, dönemin çok tartışılan sol partisi Tude’nin yayın organında yöneticilik yapmış; bu gazetenin pek çok işini tek başına götürmüştür.

İran fotoğraf tarihi kitaplarında İran’ın ilk portre fotoğrafçısı olarak Hadi Şefaiyye’nin adı geçmektedir, İbrahim Gülistan Tude’nin gazetesinde çalışırken Tude partisinin yöneticilerinin porte fotoğraflarını çekip yayımlamış ancak ilk portre fotoğrafçısı olarak kendi adının geçmemesine dair hiçbir yerde ne konuşmuş ne de bu konuyu gündeme getirmiştir. Tude’de çalışırken İngilizceden Farsçaya çeviriler yapmış, hikayeler yazmıştır. Tude’nin üst düzey yöneticileriyle tartışmalara girip dik başlı tavrını ortaya koyunca bu partiden ayrılmak durumunda kalmıştır. İngilizceden çeviriler yaptığı dönemde Hemingway’den de çeviriler yapmış ve ona gönülden bağlanmıştır. Bu gönül bağına rağmen yazdıklarında Hemingway etkisinden söz edilemez.

SAVAŞ FOTOĞRAFÇISI OĞLUNU AFGANİSTAN’DA KAYBETTİ

Gülistan’ın kızı Leyli Gülistan Tahran’da yaşamakta, çeviriler yapmaktadır ve bir resim galerisinin sahibidir. Oğlu Kave Gülistan, İran’ın en önemli belgesel fotoğrafçısıydı, çok önemli projelere imza attı. En son BBC’nin savaş fotoğrafçısı olarak gittiği Afganistan’da öldürüldü. Gülistan, oğlunun öldürüldüğü dönemde kendi inzivasına çekilmiştir, öyle ki oğlunun cenaze merasimine katılmamıştır. Kave, Furuğ’u çok güzel anlatır, Furuğ öldükten sonra babasının da öldüğünü dile getirir. Kave, Furuğ’u daima saygıyla anmıştır ancak Leyli Gülistan her röportajında kendini Furuğ’u aşağılamaktan alıkoyamamıştır.

Bir insanın kendi çocukları arasında böylesine farklı bakış açıları olabiliyorsa, Gülistan’ın İran aydınlarını ikiye bölmesine şaşırmamak gerekir. Gülistan ile Furuğ hem yaşayışları hem sanatlarıyla tabuları yıkmışlardır denebilir. Normalde Doğu ülkelerinde özellikle İran’da erkekler rahatça aşklarından söz ederken, kadınlar sessizliğe bürünürler. Furuğ’la İbrahim de ise durum tam tersinedir, Furuğ her yerde aşkından söz etmiş, İbrahim ise aşkını suskunluğa boğmuştur. Furuğ’un ölümünden sonra ona dair sorulara cevap vermemekte ısrarcı davranmıştır. Gülistan’ın kişiliğine bakıldığında buradaki çekincesindeki gerekçenin otosansür ya da cesaretsizlik olmadığı görülecektir. Gülistan kendisi hakkında ne söylendiğini, kimin onu nasıl yargıladığını hiç önemsemeyen biriydi. Huysuzluğu, kendine dönüklüğü, hatta bazen bencillikleriyle ve acı, sivri diliyle, otosansürden uzaklığıyla yalnız bir dehaydı. Herkesin gözünde iyi, sevimli olmaya çalışanlara değil, olduğu gibi varlığını ortaya koyanlara, sivri dillilere, otosansüre meydan okuyanlara şapka çıkaralım o halde!


FARHAD EYVAZİ: 1975’te İran’ın Azerbaycan bölgesinde, Tebriz şehrinde doğdu. Belgesel filmler için metin yazarlığı ile adım attığı kariyerine yönetmen asistanlığı ile devam etti. Bunu, senaryosunu yazıp yönettiği, insan hakları temasının öne çıktığı kısa kurmaca filmler ve belgeseller takip etti.
İstanbul Üniversitesi Radyo-TV ve Sinema bölümünde doktora yaptı. Tahran’da başlayan sinema kariyerine devam etmektedir. Çeşitli film festivallerinde jüri üyesi olarak görev almakta, İran ve Türkiye arasındaki sanatsal bağlara katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Sinema kariyerine edebiyat da eşlik etmekte, İran edebiyatı ve sineması üzerine çeşitli yayın organlarında yazıları, çevirileri yayımlanmaktadır.

Öne Çıkanlar