Orman kalpli köyler, dağlar: Akbelen’den Cudi’ye

Orman kalpli köyler, dağlar: Akbelen’den Cudi’ye
Ağaçların katledildiğine, ekolojik dengenin alt üst edildiğine şahit olmaya devam ediyoruz. Tüm bu olanlar ise ağaca, doğaya baktığında para gören bir iktidar ve o iktidarın yandaşları olan şirket sahipleri, patronlar daha fazla kazansın diye

Melike SARGIN


Ben 100 yaşımdayım, 1000 yaşımı görmek istiyorum.
Ağaçlar çaresizce sallanıyor, hüzünle hışırdıyor.
Ve yapraklarını sarkıtıyordu.

Muğla'nın Milas ilçesinde bulunan Akbelen Ormanı’nda, Limak Holding’in maden sahasını genişletmek için ağaçların kesmesine karşı başlatılan direnişte İkizköylü kadınlar, aktivistler, bazı vekiller barikatta kolluk kuvvetlerine karşı direndiler ve hala da direnmeye devam ediyorlar. Ellerinde ne taş, ne sopa var, ne de siper alabilecekleri, kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir şey. Medyaya yansıyan görüntülerde zulmün, acımasızlığın şahidi olduk yine.

Binlerce ağacın kesildiği ve kesilmeye devam ettiği şu süreçte ne yazık ki o ağaçların katledilmesine karşı hiçbir şey gelmedi elimizden. Yalnızca geleceğimiz için o ormanların yok edilmesini istemeyen bir halk var ve o halkın mücadelesine dayanışma gösteren insanlara çok sert müdahalelerde bulunuldu.

Tam da bu olayların başladığı hafta öğrencilerimle felsefe atölyesinde, Mira Lobe’nin kaleminden çıkan “Orman Kalpli Şehir” kitabı üzerinden felsefi soruşturma yapmalıyız diye düşündüm. Felsefe öğretmeni olarak yıllardır çocuklarla felsefe atölyelerinde onların düşünme becerilerinin gelişmesi, sorgulamaları, farklı bakış açılarını görebilmeleri için, içinde çatışma barındıran, sorgulamaya iten hikayeler seçmişimdir.

Gündemde Akbelen var, Cudi’de yanan ağaçlar var. Yaş grubu olarak ilkokul seviyesindeki öğrencilerimin gündemden habersiz olmadığının da farkında olarak “Orman Kalpli Şehir” hikayesi üzerine düşünmenin tam zamanıdır dedim.

Hikayemizi kısaca özetleyecek olursak; Her tarafı ormanla çevrili çok güzel bir kasabamız var. Çocukların sokakta oyun oynamak yerine, ormanda oynamayı çok daha güzel bulduğu, yetişkinlerin de pazar günlerini doğada vakit geçirebilmek için uzak yerlere gitmek zorunda kalmadığı bir kasaba burası. Bu durumdan memnun olmayan tek kişi ise belediye başkanı. Memnun değil çünkü bu küçük kasabayı nasıl büyütebilirim derdinde ve gece gündüz masanın başında kasabayı büyütme planları yapıyor.

Kasaba büyürse çok daha büyük bir okul, lunapark, yeni evler, alışveriş merkezleri, gökdelenler ve kendisi için de kocaman bir belediye sarayı olacak. - Hikaye hepimize tanıdık geliyor öyle değil mi?- Şimdiye kadar doksan dokuz tane yerleşim planı çizen başkan, yüzüncü planı çizerken zorlanıyor. Yapmak istediği onca şeye yetecek alan bulamıyor ve en sonunda çözümü buluyor: Ormandan kurtulmalıyız! “Yaşasın” diye haykırarak “Ne akıllı bir adamım ben! Yarın sabah işe başlıyoruz. Yarın hemen büyük kepçeleri, toprak kürekleyenleri, ağaç-devirenleri, kök sökücüleri getirteceğim” diyor. Hepsi hepsi gidecek; Ağaçlar, çalılıklar, bütün gereksiz yeşillikler.” diye haykırıyor.

Peki bunu öğrenen kasaba halkı ve çocukların tepkisi ne oluyor dersiniz? Akbelen’deki direnişe benzer görüntüler ortaya çıkmasa da yetişkinler ve çocuklar birlik olup kepçelerin önünde duruyorlar. Ormanın her yerini, rengarenk pankartlarla kuşatıyorlar. “Dikkat sincap yuvası. Ağacı devirmeyin”. “Yumurta dolu kuş yuvaları! Dikkat! Ağacı kesmeyin!” ve daha birçok pankartla birlikte tüm kasaba halkı ormanda toplanıyor. Bizim hikayemiz, belediye başkanının bu yoldan dönmesi ve ormana zarar vermeden şehri büyütebilmek için farklı yollar denenebileceğinin farkına varması ile son buluyor. Ülkemizi ve mevcut iktidarı düşünürsek bu hikayedeki gibi geri adım atan yok. Rantın, talanın ve savaş düzeninin hüküm sürdüğü bir rejimin çatısı altındaki halkların, devletin kolluk kuvvetlerine karşı direnişi var.

Hikayemizin soruşturma kısmına gelirsek, öğrencilerimle “Sizce kasaba halkı daha refah bir hayata kavuşsun diye ağaçlar kesilmeli mi kesilmemeli?” sorusu üzerinden sorgulamaya başladık. Öğrencilerimden biri bu sorunun cevabından önce şunu dile getirdi; “İnsanlar artık fikirlerini söyleyip, herhangi bir şeyi savunmamalı çünkü sonuçlarını görüyoruz. Ya dayak yeriz ya da hapishaneye gireriz”. Bu cevabı veren öğrencimin yaşını düşünürsek durum o kadar üzücü ve öfke uyandırıcı ki. Ülkenin gündeminden, siyasetten ve toplumda var olan kaostan bir haber değiller.

Öğrencimin verdiği bu cevabı da bir başka atölyede soruşturma konusu olarak ele almaya karar verdik sınıfça. Gelelim hikayemize. Süreç içinde yalnızca kolaylaştırıcı olduğum bu atölyede, ortay çıkan cevapların ve fikirlerin çoğu elbette ormanların talan edilmemesi, canlılığımızın garantisi olan ağaçların kesilmemesi yönünde idi. Ancak olaya farklı bakanlar da vardı elbette. Mesela gerçekten büyük bir okula, yeni evlere ihtiyaç varsa o ağaçların kesilebileceği ve medeniyetin böyle gelebileceği, toplumun bu şekilde kalkınabileceği vb. Peki ağaçların kesilmesine, ormanların yakılmasına, doğanın talan edilmesine gayet doğal bakan ve bunu gerekçelendiren çocuklar neden böyle düşünüyorlar?

Ya da ben ve benim gibi eğitim alanında çalışan bir kısım öğretmen bir yanda bu iktidarın yıkımlarını görüp bir yanda da çocukların sorgulaması, düşünmesi, eleştirmesi için onlara bu yolda yoldaşlık etmeye çalışırken olup bitenlere karşı sessiz kalıp, çocukların ve gençlerin gerçeklerden uzak durmasını mı sağlamalı yoksa düşünen, sorgulayan, gerçekleri idrak edebilen bireylere rol model mi olmalı?

Akp iktidarının arzu ettiği şeyin düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, itaat eden bireyler toplumu yaratmak olduğunu düşünürsek ağaçların kesilmesine, yakılmasına tepki göstermeyen, bu konuda duyarsız kalan bir neslin ortaya çıkmasına şaşırmıyoruz elbette.

Çocukların ve gençlerin fikirlerini, toplumsal olaylara karşı edindiği tutumları yalnızca iktidarın eğitim politikaları belirlemiyor diyerek çevresel etmenler, ailenin tutumları, sosyo- ekonomik yapı, çevre ve daha birçok şey etkili oluyor diyebilirdik ancak bu saydıklarımın hepsini kuşatan bir iktidar var bu ülkede.

Eğitimin içinin boşaltıldığı, niteliksizleştirildiği günümüz Türkiye’sinde sesini yükseltmek, olaylar üzerine kafa yormak, düşünmek, eleştirmek asla yapılmaması gerekenler listesinde yer alıyor. Baskılarla, söylemlerle, tehditlerle korku toplumu haline geldik. Ve hâl böyle olunca bu durum toplumun her kesimini etkiliyor. Eğitim emekçisinden, işçisine, ailelerin çocuklarına rol model olmalarındaki tutumlarına, konuşmalarımıza kadar her şeyde etkili. Ve tüm bunların sonucu olarak da toplumsal olaylar üzerine kafa yormayan, sindirilmiş, korkan bireyler topluluğuna evrildik.

Gelelim medyaya ve medyadaki haberlerin halka, gençlere ve çocuklara nasıl sirayet ettiğine. Mesela Akbelen’deki ağaç katliamına karşı direnen aileler bu durumu çocuklarına nasıl anlatmışlardır? Ya da anlatabilmişler midir? Bir çocuğun gözleri önünde annesi, babası, komşusu kolluk kuvvetleri tarafından darp edilip, gözaltına alınıyorken çocuklara bu durumu nasıl izah edebiliriz ki? O an tüm bu olaylar yaşanırken o çocuklar neler düşünüyor, neler hissediyor bilebilir miyiz? Ne o ağaçların katledilmesini ne de kolluk kuvvetlerinin oradaki insanları dövmesini, gözaltına almasını herhangi bir meşru ve mantıksal zemine oturtarak açıklayamayız.

Basından, yargıya her şeyin iktidarın tahakkümünde olduğu ülkemizde tarafsız ve objektif şekilde kaç kişi gerçekte olup bitenlerden haberdar? Akbelen’deki direnişi görmezden gelen, kıyılan ağaçlar için gözyaşı döken yöre halkının direnişini küçümseyip ormanların, sözüm ona toplumsal ve milli çıkarlar doğrultusunda kesileceğine inanan bir kesim de mevcut. Ya da Cudi’de yanan ormanlık alanlar için “Ohh çok iyi oldu” diyerek video çeken askerlere ne demeli? Biz ne ara böyle olduk diyoruz bazen ya da hep mi böyleydi insanlığımız. Halka ve doğaya karşı anayasal suç işleniyorken, burada suçlu yine halk oluveriyor bir anda.

Ülke güzelleşsin, büyüsün, gelişsin diye ağaçların katledildiğine, ekolojik dengenin alt üst edildiğine şahit olmaya devam ediyoruz. Tüm bu olanlar ise ağaca, doğaya baktığında para gören bir iktidar ve o iktidarın yandaşları olan şirket sahipleri, patronlar daha fazla kazansın diye.

Bizim ülkemizin hikayesi 'Orman Kalpli Şehir' hikayesindeki gibi bir hikaye değil. Bizim hikayemiz hafızalardan silinmesi zor karelerle, kaos ile dolu. Bizim hikayemiz karanlık bir hikaye. Hal böyle bile olsa, ekolojik düzenin bozulmasına karşı, doğayı katletmeden, sürdürebilir bir yaşam için, tüm canlıların geleceği için ve en çok da bu karanlık hikayeyi tersine çevirmek için mücadeleden ve direnmekten başka ne gelir elimizden!

Öne Çıkanlar