Miras: Bir kadının kendine ihanetten vazgeçişi

Miras: Bir kadının kendine ihanetten vazgeçişi
Norveçli yazar Vigdis Hjorth, Miras romanında, aile içi cinsel istismar deneyimini anlatıyor. Nasıl oluyor da refah düzeyi yüksek, demokrasinin ilk sıralarında yer alan bir ülkedeki aile içi cinsel istismar mağduru biriyle deneyimimiz bu kadar benziyor.

Meliha Yıldız


Miras romanında Norveç edebiyatının önde gelen yazarlarından Vigdis Hjorth, yaşadığı aile içi cinsel istismar deneyimini anlatır.

Roman babanın kaza sonucu ölümüyle açılır. “…henüz ayrıntıları öğrenmemişken kendini bilerek atmış olmalı diye geçirdim içimden. Ölümü bir kazadan çok romanlardaki sürpriz sonları andırıyordu…

…Babamın düşmesinden sadece iki gün önce de ben kız kardeşlerime karşı ağabeyimin yanında saf tutmuştum.”

Babamın ölümü geliyor aklıma… Yaptıklarını ifşa edip, dava açmaya karar verdikten beş ay sonra babamı intihar edişi... Henüz ayrıntıları öğrenmemişken bana yaptıkları yüzünden intihar ettiğini düşünmüştüm...

Romanın kahramanı Bergljot’un, abisinin yanında saf tutmak zorunda kalmasının sebebi “Miras”. Miras; özel mülkiyetin pay edilmesi sırasında, çocuklukta aile evindeyken yapılmamış yüzleşmelerin, kapanmamış hesapların yeniden görülmesi.

Çocukluktan itibaren süregelen aile içi çatışmaların mirasın pay edilmesi sırasında en üst seviyeye çıkması Haksızlığa uğrayanların miras paylaşımı sırasında adaleti sağlama çabası…

kvigdis-hjort-baw-09-1880x2679.jpg

"RHYTHM 0" PERFORMANSI

Bergljot’un yaşadığı cinsel istismarı uzun zamandır bütün aile üyeleri bilmektedir. Ama kimse bunun üzerine konuşmak istemez. Bergjlot yaşadıklarının yok sayılması ile uğradığı haksızlık yetmezmiş gibi bir de abisiyle kendisine mirastan daha küçük bir pay verilerek ikinci kez haksızlığa uğrar. Hatta cezalandırılır. Bergljot’a yaşattıklarından dolayı Bergljot cezalandırılır. Bu cezalandırmayı romanda örnek verdiği performans sanatçısı Marina Abromaviç’in “Rhythm 0” performansı çok iyi açıklar.

Uzun bir masanın üzerinde yetmiş iki farklı nesne sıralanmıştı, bir tüy, bir tabanca, bir zincir, bir gül masanın arkasındaki duvarda altı saat süren performansın videosu yayınlanmaktaydı. Masanın önünde duran seyirci bu nesneleri Marina Abramovic’ in üzerinde kullanabilir, ona onlarla istediklerini yapabilirdi, sanatçı o altı saat boyunca yalnızca orada duracak, ne denenirse denensin kabul edip anlayışla karşılayacaktı, seyircinin neler yapacağını görmek istiyordu.

Seyirci ilkin sakin ve çekingendi, onun başlamasını bekledi ama o başlamadı. Sonra biri belli belirsiz yaklaştı, sonra bir diğeri, üçüncü yakınlık sınırını yıktı, bir diğeri daha da yakınlaştı, sonraki ona dokundu, sonra giderek cesur davranmaya başladılar, bluzunu yırtıp parçaladılar, birbirlerini kışkırttılar, birbirlerinin pervasızlığını körüklediler, tehlikeli olmaya başladılar, biri paramparça olmuş bluzu sırtından çıkartıp aldı, onu aşağıladı, saldırganlaştılar. Onun pasifliği ve belki de bu nedenle hissedilen güçlü varlığı onları kışkırtıyordu. Birisi tabancayı eline verip ucunu kafasına dayadı, fısıltıyla ‘ateş et’ dedi. Performans bittiğinde, saat çaldığında Abramovic hareket etti, sonunda, seyirciye doğru bir adım attı, izleyenler korku ve tiksinti içerisinde gerilediler: “Bana yaptıklarından dolayı bana tahammülleri yoktu.”

Vasiyette Bergljot ve abisine çok değerli iki evden pay verilmemesinin nedeni anne ve babalarının son yıllarını geçirdiği bu evlerde bu iki çocuğu görmek istememeleridir. Bu iki çocuğa yaşattıklarını unutmak istemeleri, bu iki çocuğun hala acı çektiğini görmek istememeleri…

Bergljot’un acısını anne babası ve iki kız kardeş görmez ama kendi kızı görür. Tale anneanne ve teyzelerine şunları yazar;

İnga, Astrid ve Asa’ya

Bir insan ölmeksizin ne kadar paramparça olabiliyorsa annemin o kadar paramparça olduğunu gördüm; o kadar mahvolmuştu ki pek az insan tekrar ayağa kalkmayı becerebilirdi. Annemin kendi hikayesiyle yaşamak için verdiği mücadeleyi gördüm. Annemin gerçeklikten kaçarak, anılarından kaçarak alkole, edebiyata sığındığını gördüm. Annemin ayıkken uyuyamadığını, geceden, yataktan, kontrolü elden bırakmaktan korktuğunu gördüm. Annemin çalıştığını, çalıştığını, çalıştığını gördüm.

……

Annemin bugün böyle bir insan olması Skaus Sokağı’nda aldığı iyi terbiye yüzünden değil, annem o terbiyeye rağmen iyi ve güçlü. Onu istismar eden bir babaya ve bunun olmasına izin veren bir anneye rağmen. Reddederek sadece sorumluluktan kaçtığını göstermiş oluyorsun İnga. Ve sadece evladını değil, torunlarını ve torunlarının çocuklarını da kaybediyorsun. Ne üzücü.”

Romanı okurken en çok bu mektuba ağladım. Biz “hayatta kalanları” kimsenin görmemesi... Bizi görenlerin yine kendi çocuklarımızın olması. Kuşaklar boyu gelen travmaları kendi çocuklarımıza aktarmamak içni elimizden geleni yapmaya çalışırken bizim sesimizi onların duyurmak zorunda kalmaları.

Roman boyunca Vigdis Hjorth bizi taraf olmaya çağırır. Ailedeki bütün karakterlerin tarafsızmış gibi görünmeleri üzerinden. Erdemli bir kadın olarak sevgilisiyle birlikte olabilmek kocasından boşanmak için bahane arayan anne Bergljot’a dönüp “babanın sen küçükkken sana birşey yapmadığından emin misin?” derken… Ya da onbeş yaşına geldiğinde Bergljot’un başına bela olmaması için Tove Divletsen’in “Bir Çocuğa Kötülük Yapıldı”* kitabını verirken annesini suçlayan Bergljot bir taraftan annesini anlamaya çalışır. Annesinin kocasının yaptıklarını görmezden gelmekten başka çaresi olmadığını söyler.

Suç işleyen babası iken anneye daha öfkelidir Bergljot . Bunu şöyle açıklar “…babam annemden daha netti ve net olan insanlarla ilişki kurmak net olmayanlara, belirsiz konuşanlara, laf kalabalığı yapanlara, bir şey deyip başka bir şey demek isteyenlere ve bir söyledikleri bir söylediklerini tutmayanlara kıyasla daha kolaydır…”

Benim annem gibi… Kendime inanmam, annemle aramdaki bağı koparabildiğim zaman oldu. Hikayem annemin bilinemezliğinde kalmıştı. Annem bilmiyorum dedikçe ben hep kendimden şüphe etmiştim. Yaşadığım gerçeklikten değil ama haklı olduğumdan hep şüphe etmiştim. Bu belirsizlik konuşmamı ve kendime inanmamı engellemişti. Annemin ihaneti kendime ihanete sebep olmuştu.

Kardeşi insan hakları savunucusu Astrid’i de anlamaya çalışır. “…Başından geçtiğine inandığın neyse anlat. Bunun yerine, vahşice bir panik ve içgüdüsel bir endişeyle tepki gösteriyordu. İnkarda mıydı? Hayır, hayatını bir yalan üzerine kurmamıştı, çünkü buna inanamıyordu. Kafası o kadar çalışıyordu, hikayem kabul edilirde ona inanılırsa kendi hayatının alacağı haldi sorun. Korktuğu buydu.”

Astrid uzlaşmadan ve affetmekten yanaydı. Bergljot’un buna verdiği karşılık ise “…hikaye hiç yokmuş gibi her şeye yeniden başlanabileceğine, dünyadaki tüm savaşların ortaya koyduğu üzere tarihin reddedilemeyeceğini bilmemize rağmen tarihin hükümsüz sayılabileceğine, silinebileceğine, halı altına süpürülebileceğine inanıyorlar mıydı merak ettim, tarihin gelecek üzerindeki yıkıcılığını azaltmak niyetindeyseniz herkesin tarih anlayışını masaya yatırılmalı ve kabul görmelidir.”

Bergljot her şeye rağmen ailesiyle yüzleşti kendine ihanet etmemek için ve sonuç gittiği Enseste Karşı Destek Merkezi’nde ona söylediği gibi oldu. “…annem ve babamla yüzleşecek olursam kendimi ailemi kaybetmeye hazırlamam gerektiğini belirttiler. Anne ve babasıyla yüzleşen kişilerin yüzde doksanı ailesi kaybediyordu.”

Bütün bunlara rağmen Vigdis Hjorth bu romanı yazdı. Romandaki arkadaşı Bo’nun söylediği sebeplerle “…onunla aynı fikirde olamayanları ikna etmek için değil, onunla aynı fikirde olanlar yalnız olmadıklarını bilsinler diye…”

Vigdis ailesini kaybetmekle kalmadı onlarla yüzleşme süreçlerinden sonra ailesi ile savaşmaya devam etmek zorunda kaldı. Kız kardeşi Helga ablasının “ailesi hakkında yalan söyleyen, narsist bir alkolik” olduğunu anlatan bir roman yazdı. Roman çok satanlar arasına girdi. Anne, Miras romanını tiyatroya uyarlayan ünlü Norveçli tiyatro topluluğuna dava açtı.

NASIL OLUYOR?

Bu kitapta benim en çok ilgimi çeken ise şuydu; nasıl oluyordu da dünyanın kutup noktasında yer alan, refah düzeyi yüksek, demokrasinin ilk sıralarında yer alan bir ülkedeki, aile içi cinsel istismar mağduru biriyle deneyimimiz bu kadar benziyordu? Referans aldığımız yerler nasıl aynı olabiliyordu; Marina Abromoviç, Hannah Arendt, Guernica, Festen…? Affetmek üzerine bakışımız neden aynıydı? Babalarımızın ölümünde tesadüf olmayanlar nasıl birbirine benziyordu? Miras, nasıl hikayelerimizde dönüm noktası olabiliyordu?

Tabi ki Vigdis yıllar süren terapi seansları ve entelektüel birikimiyle evrenseli yakalayan, edebi açıdan çok iyi bir roman yazmıştı. Belki de buydu benim kendimi ona yakın hissetmemi sağlayan. Romanın dünyadaki başarısı tesadüf değildi. 24 dile çevrilmesi, uluslararası birçok ödül alması.

Peki dünyanın en mutlu ülkesindeki bir kadınla Ortadoğu'da yaşayan bir kadın, nasıl aynı sorunları yaşıyordu? Aile içi cinsel istismar Norveç’te de çok yaygın. Dünyada ülkeler arasında birçok farklılıklar olsa da aile içi cinsel istismar söz konusu olduğunda mağdurlar dünyanın birçok yerinde benzer sorunlarla karşılaşıyorlar. Norveçli bir kadın bu sorunları nasıl yaşar sorusuna, en güzel cevabı Bergljot’un savaş muhabiri arkadaşı Bo, Saraybosna savaşı üzerinden verir: “İnsanın akıl ve belli bir düzeyin üzerinde eğitimle kendi içindeki ve toplumdaki kötülüklerin kökünü kurutacağına diar söylenenler doğru değildir" diye yazmıştı Freud, dedi Bo. Psikanaliz Freud’a insanın en derin varlığının içgüdülerden oluştuğunu, insanın kendi içerisinde ne iyi ne kötü olduğunu ancak bir ilişkide iyi, başka bir ilişkide kötü, belirli koşullar altında iyi , başka koşullar altında kötü olduğunu, insanın her şeyden önce insani olduğunu ve insanların bu en temel koşulu reddetmesinin tehlikeli olduğunu öğrenmişti. Avrupalı, Batılı insanın en zayıf noktası bu diye yazmıştı Freud, dedi Bo, medeni başarıları gözlerini körleştirdi, dürtülerine kıyasla kültürel yeteneklerini abarttılar…”

Kitap üzerine söylenecek çok şey var. Aile içi cinsel istismar mağdurunun kendi deneyimi üzerinden anlattığı Türkçeye çevrilmiş en iyi kitap. Kitabı çok iyi bir kutsal aile eleştirisi olarak okumakta mümkün. Okumanızı tavsiye ederim.

Çocukların kurban edilmediği aileler ve iktidarlar özlemiyle…

*Kitap cinsel tacizi çocuk gözünden anlatır.


Meliha Yıldız: 1975’te, cinsel istismar da dâhil birçok ihmal ve olumsuzluğun yaşandığı bir evde doğdu. Kırk dört yaşına geldiğinde, bir video-röportajla yaşadığı cinsel istismarı anlattı, bu onun için mağdurluktan aktivistliğe giden yolculuğun başlangıcı oldu. Türkiye’de, aile içi cinsel istismarın “mağdur” tarafından anlatıldığı ilk kitap olan Kutsal Tecrit’i 2021 yılında yazdı. Çocuğun cinsel istismarıyla ilgili yaptığı çalışmaları https://melihayildiz.org/ sitesinde paylaşmaya devam ediyor.

Öne Çıkanlar