Kılıçdaroğlu’nu desteklemek mi, Kılıçdaroğlu’na oy vermek mi? Bütün mesele bu

Kılıçdaroğlu’nu desteklemek mi, Kılıçdaroğlu’na oy vermek mi? Bütün mesele bu
Kuşkusuz Kılıçdaroğlu’na oy vermek zorunluluk değildir ama bir tercihi de aşan, dönemsel mecburiyettir. Sandığa gitmek yeni politika alanını genişletebilecek politik bilince denk düşerken: boykot gibi çıkışlar apolitizasyonun tezahürü olarak belirmektedir

Haluk ÇELİKTAŞ


Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turuna nerdeyse saatler kaldı diyebiliriz. Birinci tur herkes açısından ibretlik sonuçlarla dolu. Türkiye’de sağın her dönem etkin olduğu bilindiği halde ortaya çıkan sonuçlara göre sağı yeniden işleme ve tarihsel deneyimlerimizin yanına yeni tespitler ekleme noktasında da ‘verimli’ bir süreç oldu.

Türkiye sağının varoluşsal kimliğinin inkârcı, bağımlı, manipülasyoncu özelliği bir kez daha ‘emekçi’, ‘yoksul’ ve ‘bilinçsiz’ kavramları üzerine kurulu ikna ve dönüştürme yaklaşımlarını boşa çıkardı. O kitlelere ulaşmak için bu kavramları da içeren ve Türkiye sağ muhafazakarlığının genetik kodlarını daha iyi analiz etmek gerektiğini de yeniden bir ödev olarak önümüzde koydu. Bir anlamda herkes Kürdün, Ermeninin, Alevinin ve kadının yıkımı üzerine kurulu bu kimlikle yüzleşilmesi zorunluluğunu bir kez daha idrak etti.

Bu noktada hem Kürtlerle saf tutma noktasındaki eksiklikler hem de elinde dünyadaki bütün mücadele deneyimlerine taş çıkaran bir veri ve değerlendirme havuzu olmasına rağmen kendi deneyim ve birikimine eksik karşılık verme noktasında HDP’ ye yönelik de, ciddi ve haklı değerlendirmeler oldu.

Nesimi’nin ‘kah çıkalım gök yüzüne seyredelim alemi’ kelamına binaen, bu seçimde kimin için ne kadar kurtarıcı olduğu tartışmasından azade, hakkını vermek gerekir ki, kendi kulvarında sözünü ve emeğini en iyi örgütleyen kişi ise CHP’den bağımsız Kılıçdaroğlu oldu. Bu kadar çabanın ve iyi niyetli olduğunu temenni ettiğimiz yeni bir başlangıç söyleminin toplumun nerdeyse yarısı tarafından karşılık bulması önemlidir. Bu, AKP’den kopabilen ve Türkiye’nin tarihsel baskın sağ hafızasının reflekslerinin kısmen de olsa dışına çıkabilen kitleleri önemli bir konuma oturtmaktadır. Bu kitlelerin kemikleşmiş bir inkar siyasetinin yeni merkezleri mi olacağı yoksa sağın yüzleşme ve çözülmeye dair yeni alanlarını mı temsil edeceği ise üçüncü yolun gelecekteki siyaset başlıklarından biri olma potansiyeline sahiptir.

ÜÇÜNCÜ YOL TAVRI NEDİR?

Seçimin ikinci turuna giderken deveye hendek atlatmaya ramak kalmış bir aşamada Kılıçdaroğlu’nun ırkçı bir güruhla başlatmış olduğu pazarlık ve destek arayışının kafalarda yaratmış olduğu soru işaretleri halen diri durmakta. Kuşkusuz demokrasi güçlerinin, en çok da Kürdün bu tür faşizm spektrumlarını iyi yakalaması ve tepki vermesi oldukça doğal. Kendi ilkesinden taviz vermeden ateşin içinde yürümeyi öğrenmiş bir halkın verdiği tepkiler Türkiyeli diğer muhalif güçlere de önemli bir ideolojik ve politik angajman ve yol haritası vermektedir. Bu yol haritasının gücü ise politika yürütürken ilkenin katılığını ilkeli bir esneklikle ikame eder ki, bu da siyasette yaratıcı hamlelere ve harekete olanak tanır.

Üçüncü yol siyaseti ülkede ve bölgede egemen siyaset odakları arasında salınıma göre dizayn edilmekten ziyade kendi özgül ağırlığını odağa koyup yeni bir toplumcu güç merkezi ve siyaset zemini yaratma pratiğidir. Devlet ve egemen ideolojilerin merkezlerine karşı toplumcu ve demokratik yeni bir ağırlık merkezi öngörür. Ama bu durum diğer merkezlerle ilkeli esnekliği içeren bir ilişkiyi de yadsımaz. Bu ilişki oyun kurma, hamle yapma ve kendi alanını daha da büyütmek için işlevsel kullanma zeminine dönüştürülebilir.

Birinci tur seçimlerinde HDP’nin Kılıçdaroğlu’na oy verme kararını bu çerçevede okumak gerekir. Nitekim Kılıçdaroğlu birinci turda da bu ülkenin Kürdüne, emekçisine, kadınına ve gencine bir cennet bahçesi vadetmemişti. Bu destek Kılıçdaroğlu’nun vaatlerinden ziyade, bu ülkenin esas mücadele odaklarının gelecekte mücadeleyi örme ve büyütme stratejilerine göre oluşturulmuş bir destektir ve sandığa gidip gitmeme tartışmalarında asıl gözden kaçırılan nokta budur. Sandığa gitmek, kendi öz gücüne ve üçüncü yol olanaklarına olan güvenle geleceği dair iradi bir tavır almak iken, son dönem tartışmalarından etkilenip mesafe koymak ise kendi irademizden ziyade karşıdakinin iradi durumuna göre konumlanmaktır ki bu da yapılabilecek en büyük hatalardan biridir. HDP’nin ikinci turda da Kılıçdaroğlu’na oy verme tavrının özü budur.

SEÇİMDEN ÖNCE, SEÇİMDEN SONRA

Üçüncü yolun yürüyenlerinin bu yolu kendi bahçelerinin dışına doğru genişletme, egemenin nüfuz ve manipüle ettiği kitlelere doğru yaklaştırarak büyütme misyonu vardır. Mücadele edenin bahçesi egemenin tarihsel olarak en gaddarca saldırıları altında inlerken, frenleyici hiçbir mekanizmayı tanımazken şimdi asıl olan bu karanlık fırtınanın önüne rüzgarı az da olsa kesecek bir çit örmektir. Bu çiti de yine egemen güç merkezlerinden biri kendi bahçesini korumak amacıyla örmek istemektedir. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını bu şekilde okumak daha doğrudur.

Bu çit, esasında bizim bahçemizi hedef alan rüzgarı biraz dahi olsa dindirecekse o çitin yükselmesi için bir çivi de bizim çakmamızdan daha doğal ve anlaşılır bir durum yoktur. Rüzgar kesilmez ve çiti devirirse her zamanki gibi mücadele etmekten kimsenin imtina ettiği yok ama çit başarılı olursa işte o zaman kendi bahçemizi yeniden toparlamak, üçüncü yolun üst yapısını sağlam inşa etmek daha olanaklı olacaktır. Yeni kurulan çit üzerimize yıkılmaya çalışırsa işte o zaman daha toparlanmış ve düzenlenmiş bahçemizde ürettiğimiz her türlü meşru araçlarla daha etkin bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermek de mümkün olacaktır.

ZORUNLULUK DEĞİL AMA…

Kuşkusuz Kılıçdaroğlu’na oy vermek bir zorunluluk değildir ama bir tercihi de aşan ve dönemsel mecburiyete dönüşen bir durumdur. Tarih böyle örmüştür ve biz de bu örgüyü en iyi şekilde karşılamak düşmektedir. Karşımıza çıkarılan kişinin siyasetinden bağımsız olumlu kişilik özellikleri de elimizi rahatlatan önemli bir unsurdur. Sandığa gitmek yeni politika alanını genişletebilecek politik bir bilince denk düşerken boykot gibi duygusal çıkışlar apolitizasyonun bir tezahürü olarak belirmektedir.

İkinci turda faşizmle girilen temasın tartışmalarını da bu zeminde yürütmek önemlidir. Zaten ağababalarına karşı verilen büyük tarihsel toplumsal mücadele ortadadır. Başta da belirttiğim gibi deveye hendek atlatmak amacıyla içine girilen bir ilişki olduğu şeklinde beliren münasebetleri yine kendi öz gücümüz ve ileriye dönük hedeflerimizle tartmamız gerekmektedir. O tartıda bu ırkçı karakterlerin bir ağrılığı şu an için yoktur. Elbet de bu kesimler dikkatimizden kaçmaması gereken odaklardır ve bir pandemi hızında yayılabilme potansiyelleri vardır. Ama öyle bir ihtimal için kendi olanak ve hedeflerimizi ıskalamamız söz konusu olamaz. Irkçılığın her daim bir potansiyeli vardır ve olacaktır ama emin olduğumuz bir konu var ki o da Erdoğan iktidarında ırkçılık hastalığının daha hızlı ve etkili yayılacağıdır.

Karanlığın rüzgarı kesildiğinde hastalığın yayılma hızı da düşecektir ve kendi içine doğru çökecektir. Doğru demokratik hamlelerin o hastalığın ürediği bataklığı kurutma şansı da vardır. O da bizim elimizdedir ve üçüncü yol dinamiklerinin buna gücü vardır. Şu an için, küçük de olsa mide bulandıran bu ırkçı yapıyı Ertuğrul Kürkçü’nün deyimiyle karşılamak en doğru olandır: Kendilerini fasulye gibi nimetten saymaktadırlar.


Haluk Çeliktaş-İktisatçı

Öne Çıkanlar