Kamu harcaması nasıl para yaratır? Kamu neden harcamak için vergiye ihtiyaç duymaz?

Kamu harcaması nasıl para yaratır? Kamu neden harcamak için vergiye ihtiyaç  duymaz?
Yoksulluğu ve eşitsizliği azaltacak ve özellikle de bu deprem felaketinin etkilerini bertaraf edecek kapsamlı bir kamu harcamasına karşı geliştirilen, ‘enflasyonu ve faizleri yukarı çekeceği’ yönündeki neoliberal argümanların gerçek hayatta karşılığı yok

Dr. İlhan Döğüş


Bir önceki yazımda depremin etkilerini bertaraf etmek ve yeniden toparlanmayı hızlı ve etkili sağlamak için devletin kapsamlı büyük bir paket açıklaması gerektiğini yazmıştım. Hazine'nin de bu paketin finansmanı için önceden vergi veya borçlanma yoluyla para toplamasına gerek olmadığını, kamu harcamasının kendisinin para yarattığını belirtmiştim . Bu noktayı berraklaştırmak istiyorum bu yazıda.

Deprem felaketine rağmen hala para basma obsesyonundan dolayı, yapılan kamu bağışlarının ve harcamaların enflasyon yaratacağına dair itirazları dile getirenler var. Bu da bir obsesyon çünkü Türkiye dışından yapılan bağışların da Türkiye sınırları içerisinde para miktarı artışına sebep olacağı akıllarına gelmiyor. Sadece kamu kurumları eliyle para miktarı arttırıldığında enflasyon olacağına takılıyorlar. Keza Türkiye'nin içerdeki yatırımlarını ve büyümeyi finanse etmesi için yurtdışından borç bulması gerektiğini söyleyenler de aynı kişiler. "Yurtdışından borç bulsak da yine para miktarı artmış olmuyor mu?" sorusunu kendilerine sormuyorlar. Oysa ülke içindeki yatırımların ve büyümenin finansmanı için yurtdışından borçlanılmasına gerek yok; özel sektörün yatırım harcamaları için bankalar ve Hazine'nin yapacağı harcamalar için de Merkez Bankası parayı yoktan yaratırlar. Dışardan alınan borç, ihracat gelirinin üzerine çıkan ithalat ödemelerinin finansmanı içindir.

Kamu kurumları olan Ziraat Bankası, Halkbank ve Merkez Bankası’nın bağışlarındaki problem, Selahattin Demirtaş’ın 16 Şubat tarihli tweetinde vurguladığı üzere, bu paranın kamu denetiminden çıkmasıdır ve devletin kendi kendisine bağış yapmasındaki abesliktir.

ENFLASYON VE PARA MİKTARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN YÖNÜ SANILANIN TERSİNEDİR

Enflasyon ile para miktarı arasındaki ilişkinin yönü, onların sandıkların tersinedir. “Para miktarı arttıkça enflasyon artar” değil; enflasyon, özellikle girdi maliyetlerindeki artıştan dolayı artınca, işletme sermayesi ihtiyaçları artan firmalar ve enflasyondan ötürü bazı ürünlere talebini öne çeken ya da fiyatları artan temel ihtiyaçlarını maaşları ile karşılayamayan hane halkları, kredi talep ederler ve kredi verilince yoktan yeni para yaratılmış olur.

Para miktarındaki aşırı artışın enflasyon yaratması bazı istisnai durumlarda mümkündür. Örneğin kapasite kullanım oranı çok yüksektir ve firmalar üretimlerini artıramaz durumdadır ya da bu basılan para, talebi arttığında stoklanamadığı için üretim miktarı değil fiyatı arttırılan gıda, ısınma, elektrik, barınma gibi enflasyonist ürünlere yönelir. Fakat Covid başlangıcında Avrupa Birliği ülkelerinde ve ABD’de gözlemlediğimiz üzere o verilen Covid yardımları bir enflasyon yaratmadı çünkü insanlar borçlarını ödediler bu paranın bir kısmıyla ve firmaların stoklarında yeterli ürün de vardı.

Kredi verildiğinde yaratılan para, kredi borçları ödendiği zaman da yok olur ve para miktarı değişmemiş olur. Avrupa ve ABD’de enflasyon, iki sene sonra tedarik sorunları yaşandığında baş gösterdi. Firmalar, basılan para yüzünden fiyatlarını artırmak için 2 sene mi beklediler? Ayrıca, Japonya’daki ve Avro Bölgesi’ndeki deflasyon dönemlerinde para miktari iddia ettiklerinin aksine düşmedi, arttı.

Enflasyonun temel dinamiği, gelir üzerindeki çatışmadır. Dolayısıyla enflasyonla etkili başa çıkmanın yolu, bu çatışmayı modere etmek ve ulaşılabilir geliri arttırmaktır. Bunun üzerine daha önce yazdım fakat özetleyecek olursam, üretimi artırarak birim maliyeti düşürmek ve tüketim harcamaları içerisinde gıda, ısınma, elektrik, barınma gibi enflasyonist ürünlerin payını düşürecek şekilde yoksulluğu azaltmaktır.

Bütçe açığının Türkiye'de şu ana kadar olduğu üzere enflasyonu tetiklememesi için ise, öncelikle denk bütçe hedefinden ve artacak bütçe açığını kapatmak için benzin, elektrik, doğalgaz, alkol, tütün gibi ürünlere zam yapma alışkanlığından vazgeçilmesi gerekir. Kendi para biriminden borçlanan bir entite olarak Hazine ve onun bankası olan Merkez Bankası batmazlar. Denk bütçe ve ‘mali alan’ gibi mefhumlar, kamu bütçesinin yoksulluğu ve eşitsizliği azaltacak şekilde tasarımını engellemek yönünde sınıfsal tercihi olan kurgulardır.

PARA ZATEN YOKTAN YARATILAN BİR MEFHUMDUR

Gerek Hazine’nin deprem sonrası yeniden yapılanma yönünde yapacağı harcamalar için Merkez Bankası’nın sağlayacağı finansman, gerekse de kamu bankalarının sağlayacağı finansman için para yoktan yaratılmış olacak. Yani bu paraların verilmesi için öncesinde vergi toplamış olmak veya bankalarda mevduat toplamış olmak gerekmiyor.

Bankaların kredi vermek için mevduat toplamış olmalarına ihtiyaçları olmadığının 2 basit kanıtı var:

1-Eğer bankalar dedikleri gibi ellerindeki mevduatlardan kredi veriyor olsalardı toplam para miktarı artmazdı ve mevcut para sadece el değiştirmiş olurdu. Oysa bankalar kredi verdiklerinde bilançoları büyür. Bilançolarının aktifler tarafına kredi alacağı ve pasifler tarafına mevduat yükümlülüğü yazarak kredi verdikleri anda mevduat, yani para yaratırlar. Eğer bankalar sadece tasarruf fazlası olanların mevduatlarını alıp krediye ihtiyacı olanlara aktararak aracılık yapıyor olsalardı, para miktarı sabit kalacağından büyüme de olmazdı çünkü para miktarı sabitken bazı yatırım projeleri iflas eder daha fazla üretim finanse edilemez.

İstediğiniz ülkenin verilerine bakın, büyüme oranları ile para miktarının artış oranı arasında güçlü ve pozitif bir ilişki görülmektedir. Makroekonomik düzlemde yoktan yaratılan kredilerle finanse edilen yatırım harcamaları tasarruf yaratırlar; tasarruflar yatırım yaratmazlar.

2- Eğer bankalar dedikleri gibi ellerindeki mevduatlardan kredi veriyor olsalardı, Merkez Bankası politika faizini düşürdüğünde bankalar da kredi ve mevduat faizlerini düşürmezlerdi çünkü bir ay önce daha yüksek faizle topladıkları mevduatı bugün daha düşük faizle kredi olarak vermezlerdi; verdiklerinde de zarar yaparlardı. Ama Merkez Bankası faizleri düşürdüğünde bankalar faizlerini düşürüyorlar ve karları da düşmüyor- hatta çoğu zaman artıyor.

KAMU HARCAMASININ PARA YARATTIĞININ KANITI

Makroekonomik Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) hesabı, kamu harcamasının bizzat kendisinin para yarattığını ve kamu harcaması için devletin öncesinde vergi veya borçlanma yoluyla para toplamış olmasına ihtiyacı olmadığını anlatmayı kolaylaştıracak basit bir çerçeve sunuyor:

Harcamalar olarak GSMH, Tüketim Harcamaları (C), Kamu Harcamaları (G), Özel Yatırım Harcamaları (I) ve Net İhracattan (NX) oluşur.

Gelirler olarak GSMH da, Maaşlar (W), Karlar (P) ve Vergiler (T) olarak hesaplanır.

İki hesaplama da eşit olduğundan denklik olarak yazdığımızda:

C+G+I+NX=W+P+T

Özel sektöre ait büyüklükleri denkliğin sağ tarafına alarak denkliği yeniden yazarsak:

G-T+NX=W+P-C-I

Özel sektörün kar ve maaş gelirlerinden özel sektörün tüketim harcamalarını düştüğümüzde geriye tasarruflar kalır:

W+P-C= Tasarruflar (S)

G-T+NX=S-I.

Yani Kamu bütçe dengesi + dış ticaret dengesi = özel sektörün tasarruf-yatırım dengesi.

Bu denkliği gösteren aşağıdaki ABD’ye ait grafik dünyanın bütün ülkeleri için geçerlidir:

sda.png

(Grafik Dr. Dirk Ehnst’ten alınmıştır.)

Kamu bütçesi ve dış ticaret açık veya fazla vermiyorsa, yani sıfır iseler, o durumda özel sektör yaptığı yatırım harcaması kadar tasarruf yaratır (S=I).

Kamu harcaması, vergi gelirlerinden büyükse (yani bütçe açık veriyorsa, G-T>0), veya cari fazla varsa (NX>0); veya bütçe açığı cari açıktan büyükse (ABD örneği) veya cari fazla bütçe fazlasından büyükse (Almanya örneği); özel sektör yaptığı yatırım harcamasından daha büyük tasarruf edinir (S>I). Cari fazla, yurt dışına giden paradan daha fazlasının ülkeye gelmesi demek; cari açıksa yurtdışına giden paranın daha çok olması… Bütçe açığı da, devletin vergi olarak topladığı paradan fazlasını piyasaya vermesi demek. Bütçe fazlası ise, devletin piyasaya verdiğinden daha fazla parayı vergi olarak topladığı anlamına gelir.

O halde, yani bütçe açığı sayesinde özel sektör tasarruf fazlası veriyorsa (G-T>0 ise S-I>0), kamu harcamasının kendisi para yaratıyor demektir. Demek ki, devletin harcama yapabilmesi için vergi veya tahvil ihracı yoluyla piyasadan para bulması gerekmiyor. Hazine harcadığında, Hazine’nin bankası olarak Merkez Bankası ödemenin yapılacağı ticari bankaya gerekli meblağı havale eder, banka da alıcının hesabına geçer. Memur maaşları böyle yatırılır örneğin. Keza Fed eski başkanı Bernanke, Fed'in tahvil alımlarının vergi parası ile olmadığını, alımların sadece bir bilgisayar tuşu ile yoktan yaratılan para ile yapıldığını açıkça söylemişti

Bu noktada bir çelişkiyi vurgulamakta da fayda var: Emek-karşıtı neoliberal anaakımcı iktisatçılar bütçe açığına faizleri artıracağı yönünde itiraz ederlerken, bunu bütçe açığının özel sektörün mevduatlarını azaltacağı, emeceği şeklinde temellendiriyorlar fakat aynı zamanda bütçe açığının para miktarını artırıp enflasyonu yükselteceğini de söylüyorlar. Bütçe açığı para (mevduat) miktarını arttırıyor mu yoksa azaltıyor mu, karar vermeleri gerekiyor.

DEVLET NEDEN BORÇLANIR?

Kamu borçlanmasının da kamu harcamalarını, bütçe açığını finanse etmek için olmadığının bariz kanıtı ise, hiçbir ülkede bütçe açığı ile kamu borçlanma miktarının denk olmamasıdır. Almanya bütçe fazlası verdiği 2013-2019 yılları arasında da borçlanırken, bugün ABD'de bütçe açığı GSMH'nin %5’i kadar iken, kamu borcu GSMH'nin %130 düzeylerinde.

Peki o zaman tahvili, yani borçlanma kağıdını, niye ihraç ediyor devletler?

Çok basit: Piyasa faizlerinin Merkez Bankası’nın belirlediği faizlerin etrafında oluşmasını, ondan çok sapmamasını hedefledikleri için.

Eğer uzun vadeli tahvil faizleri istediklerinden düşükse uzun vadeli tahviller ihraç ederek tahvillerin piyasadaki miktarını artırıp fiyatını düşürmek yoluyla uzun vadeli faizleri yukarı çekmeyi hedeflerler. Yok eğer kısa dönemli faizler istediklerinden düşükse (ya da uzun ve kısa vadeli faiz farkı (yield curve) yüksekse, kısa vadeli tahviller ihraç ederek kısa vadeli faizleri yukarı çekerler. Eğer tahvil faizlerini bastırmak düşürmek istiyorlarsa da, miktarsal genişleme (quantitative easing) çerçevesinde Merkez Bankası tahvilleri satın alarak tahvillerin fiyatlarını yukarı çekip faizlerini düşürür. (Bu konuda Mondern Para Teorisi (MMT)‘nin kurucularından Randall Wray okunabilir.)

Özetle, yoksulluğu ve eşitsizliği azaltacak ve özellikle de bu deprem felaketinin etkilerini bertaraf edecek bir yeniden toparlanma çerçevesindeki kapsamlı bir kamu harcamasının ve programının finansmanına karşı geliştirilecek ‘enflasyonu ve faizleri yukarı çekeceği’ yönündeki neoliberal argümanların gerçek hayatta karşılığı yok.

İLHAN DÖĞÜŞ: 1983 Newroz’unda Elbistan’ın Sevdilli köyünde dünyaya geldi. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra, ÖSYM bursuyla girdiği Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası Finans lisans eğitimini 2011‘de tamamladı. Akdeniz Üniversitesi ve Hamburg Üniversitesi’nin ortak Avrupa Çalışmaları yüksek lisans programını DAAD bursuyla Mayıs 2014‘te tamamladı. Ekim 2014 – Ekim 2017 arasında Hamburg Üniversitesi Sosyal Ekonomi departmanında „finansallaşma, maaş eşitsizliği ve tekelleşme“ başlıklı, uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış 3 makaleden oluşan doktora tezini tamamladı; araştırma görevlisi olarak „Büyüme ve Bölüşüm“ ve „Ekonomiye Giriş“ derslerini verdi. Rostock Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırma görevlisi olarak Finans ve İktisat Politikası, Dağıtım ve Rekabet, ve Endüstriyel İktisat derslerini verdi. Eşitsizlik, finans ve iktisat politikası temel araştırma konularıdır.

Öne Çıkanlar