IIIich’den Althusser’e eğitim sistemine eleştirel bir bakış: 'Okulsuzlaşma'

IIIich’den Althusser’e eğitim sistemine eleştirel bir bakış: 'Okulsuzlaşma'
Okullar çocukların kendisinde var olan yaratıcılığını, düşünme becerisini, yeteneklerini görmesinde bir duvar gibi engel teşkil ediyor. Okullar var olmaya devam etsin ancak fikir özgürlüğünün ve demokratik bakış açısının yitirilmesine sebep olmadan...

Melike SARGIN


Günümüzdeki eğitim politikaları ve eğitim felsefesi hem Türkiye'de hem de dünyada, geçmişin bilgi ve deneyimleri doğrultusunda değişim ve dönüşüm halinde. Öğrenme sürecini, öğretmenin değil de çocuğun yönlendirdiği, çocuk merkezli eğitim, eğitim felsefesinin ve politikalarının mihenk taşlarından biri haline gelmiştir.

Burada belirtmek istediğim nokta; çocuk merkezli ve süreci çocuğun yönlendirdiği yaklaşımlar Türkiye'de benimsenmiş olsa da, uygulamada bunu ne kadar gerçekleştirebiliyoruz sorusu tartışmaya açıktır.

Her ne kadar öğretimi çocukların yönlendirdiği, sorgulayıcı bakış açısıyla, özgürce fikirlerini dile getirebildikleri ve kendi ilgi alanlarına göre etkinlik seçme özgürlüğüne sahip oldukları alanları çocuklara sunmuş olsak dahi bu alanlar yine de kısıtlı. Özellikle devletin benimsediği eğitim politikaları ve eğitim felsefesi, yazılı olarak bu ilkeleri benimsediğini beyan etmiş ise de pratikte karşılığını bulamayabiliyor.

Özel eğitim kurumları ve alternatif öğretim metodunu benimseyen okullarda öğrenme süreçleri baskı unsuru olmadan ve çocuğun özgürlüğü gözetilerek gerçekleşebildiği halde aynı durumu devlet okulları için söyleyemeyiz.

Devlet okullarında uygulanabilirlik aşamasında güçlükler yaşanıyor ve bunun birçok sebebi var; kimi zaman öğretmenin niteliği, kimi zaman okulun yapısal koşullarının uygun olmayışı, kimi zaman da devletin yalnızca kendisine itaat eden ve kendi ideolojisinin devamlılığını sağlayacak ve iş gücü oluşturacak bireyler yaratma arzusu öne çıkıyor. Elbette söylemek istediğim, özel eğitim kurumları ve alternatif öğretim metotlarını benimsemiş okullar, devletin baskısından ve dayattığı ideolojiden hiç etkilenmediği değil, ancak yine de, baskıyı bir nebze de olsa bertaraf edecek öğrenme ortamları oluşturabiliyorlar.

TOPLUM, EĞİTİM VE DEVLET İLİŞKİSİ

Toplum, eğitim ve devletlerin resmi ideolojileri arasında zorunlu bir ilişki vardır. Eğitim sosyolojisi analizleri yapan Althusser, Gramsci gibi düşünürlere baktığımızda eğitimi; siyaset ve ideoloji üzerinden ele almış olmalarının yanı sıra, sınıfsal yapının yeniden üretimdeki rolü bağlamında yaklaşılması gerektiğini de düşünürler. Althusser, eğitimi; devletin baskısı ve ideolojik aygıtlarından biri olarak görür ve ona göre okullar egemen ideolojinin çocuklara aşılandığı bir yerdir. Devlet baskısının yanı sıra, kapitalist toplumlarda eğitimde fırsat eşitliğinin imkansızlığı gözle görülür düzeydedir. Eğitim ve bilgi alınıp satılabilen bir meta haline gelmiştir.

Her devlet için geçerli olan bir şey vardır, o da eğitimin toplumsal kontrol aracı olarak kullanımı. Çünkü sistem, ihtiyaç duyduğu itaatkar bireyleri ve iş gücünü ancak bu yolla sağlayabilir. Ve burada eğitimin siyasetten bağımsız olmadığı, her daim iktidarın ideolojisi ve eğitim politikalarının gelecek nesilleri şekillendirdiği gerçeğini yadsıyamayız. Eğitimin ve okulun, egemen sınıfların çıkarlarını sürdürmek için bir araç olduğu ve siyasetten bağımsız olmadığı gerçekliğinden yola çıkarak sorguladığımızda, bu durum tersine mi çevrilmeli yoksa düzenin bu işleyişi bu şekilde devam mı etmelidir?

OKULSUZLAŞMANIN İMKANI ÜZERİNE

Okulsuz bir toplumun imkanı yıllardır süregelen ve tartışmaya açık olan bir başlık. “Okulsuzlaştırma (unschooling)” aslında alternatif bir öğrenme yöntemidir. Çocukların kendi kendilerine öğrenmelerine ve ilgi alanlarına dayalı, özgürce öğrenebildikleri deneyimlere izin verir. Okulsuzlaşma ile ilgili bir önceki cümlelerde yazdıklarımı göz önüne alırsak ilk başta aklımıza John Dewey gelebilir.

Eğitim, zorunlu yaş olan altı yaşından başlayıp lisenin veya üniversitenin sonunda bitmez; eğitim yaşama, büyüme, deneyim temelinde devamlı olarak insanın yaşadığı çevreye karşılılık verme ve onu işleme eylemidir. İşte tam da bu noktada John Dewey’in okuldaki standart eğitimin dışında, yaparak, yaşayarak öğrenme kavramları karşımıza çıkar ve burada süreci öğretmen değil de çocuk yönlendirir.

Okulsuzlaşma denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Ivan IIIich, okulun modern toplumun bireylerini, kendi yeteneklerine karşı yabancılaştırdığını ve böylece kişisel yaratıcılığın özgürce gelişmesine imkan vermediğini dile getirmiştir.

Okulsuzlaşmanın kendi içinde barındırdığı bazı ilkeleri, okullu toplumlarda uygulanan çocuk merkezli eğitim ilkeleri ile örtüşebilir ya da aynı gibi görünebilir. Örneğin; çocuğun özgürlüğü, çocuğun keşfederek öğrenmesi, fikirlerini özgürce dile getirebilmesi ve öğrenmeyi ilgi alanlarına göre seçici olarak gerçekleştirmesi gibi.

Bir önceki cümlede sıraladığım örnekler, birçok "alternatif eğitim okullarında" ve kısmen devlet okullarında da mevcut. Fakat okulsuzlaşma bize daha farklı bir şeyi anlatmak istiyor. Ancak okulsuz bir toplumda kişilerin, kendilerine ait olanı yapmayı ve kendileri olmayı öğrenebileceğini ileri sürüyor.

Ilich okullaşmanın anti tezi olarak okulsuzlaşmayı öneriyor. Bu öneriyi de modern toplumun bir parçası olan okullar üzerinden yapıyor. Okullu Toplum ile okulsuz toplum karşılaştırmasında ise, okullu toplumların, toplumsal kutuplaşmaya ve psikolojik çöküntüye yol açtığını öne sürüyor.

Tüm bilgiler doğrultusunda toparlamak gerekirse, çocukların belirli bir müfredat içinde sıkışıp kaldığını, sınavlarla boğuştuğunu ve yetenekleri doğrultusunda değil de bulundukları ülkenin sosyo- ekonomik yapısına göre hayatlarını şekillendirdiklerini ve meslek tercihinde bulunduklarını biliyoruz.

Okullar bir bakıma çocukların kendisinde var olan yaratıcılığını, düşünme becerisini, yeteneklerini görmesinde bir duvar gibi engel teşkil ediyor. Bu engellerden biri de devletin ekonomik yapısı ve iş gücü ihtiyacının değişkenlik göstermesi. Günümüzde sosyo- ekonomik düzeyi ne olursa olsun her çocuk, devletin ideolojisinden, ekonomisinden, siyasetinden bağımsız bir şekilde hayallerini gerçekleştiremiyor. Tüm bunlara, kapitalist düzenin pazarlama aracı olarak sunduğu diploma, sertifika ve eğitimler de ekleniyor.

KAPİTALİST DÜZEN VAR OLDUKÇA SORUNLAR DEVAM EDECEK

Yaşadığımız çağda bilgi artık kolay elde edilebilen bir şey. Gelişen teknoloji ile birlikte, öğrenmeyi arzu ettiğimiz birçok bilgiye internet yoluyla ulaşabiliyoruz. Uzaktan eğitim, hibrit eğitim, online eğitim vb. şekillerde istediğimiz bilgilere, sertifikaya ya da diplomaya kavuşabiliyoruz.

Örneğin; Udemy, Lingusta vb. birçok örneğini verebileceğimiz uzaktan eğitim kurumları da mevcut. Bu örnekleri veriyor olmam okulsuzlaşmanın temelleri atılıyor anlamına gelemez. Okulsuz toplum, yalnızca uzaktan eğitim ile elde edilemez. 1970 yılında Illich gelecek için bunu öngörmüştür gibi bir söylemde de bulunamayız çünkü kapitalist düzen var oldukça bu düzenin sorunları devam edecektir.

Okulsuz bir toplumun var olmasını arzu ettiğimi söyleyemem. Bunun yerine devletlerin ve toplumun eğitimde devrime gitmesi ve bireylerin itaatkar, sorgulamayan topluluklara dönüşmediği bir düzeni yaratması gerekliliğine inanıyorum. Okullar var olmaya devam etsin ancak çocukların özgürlüğünü kısıtlamadan, devlet ideolojisini baskı unsuru olarak kullanmadan, fikir özgürlüğünün ve demokratik bakış açısının yitirilmesine sebep olmadan…

Öne Çıkanlar