Hamas mı, İsrail mi; duvar mı, yumurta mı?

Hamas mı, İsrail mi; duvar mı, yumurta mı?
İsrail’e kızarken, söz konusu Kürtler olunca İsrail kadar güçlü olmak isteyenlere; kendi dininden, ırkından olanlara yapılan zulüm karşısında vicdanı kabaran, ama zulüm bir nedenle beğenmediğine yapılınca sessiz kalanlara vicdan nasıl anlatılabilir?

Metin Sever


OECD'nin bir araştırmasına göre Türkiye'de okuduğunu anlama yeteneğine sahip olmayanların nüfus içindeki oranı yaklaşık yüzde 39.

Sevgili Levent Köker’in dün Artı Gerçek’te yer alan terör, devlet terörü, adalet, hukuk, uluslararası hukuk ve vicdan ilişkisini ele alan yazısı, sanırım bu grubun hiç olmazsa bir kısmının anlayabileceği açıklıktaydı.

Köker, “Hukuk, her zaman adâleti sağlamaz, doğru. Hukuka uygunluk da, her durumda mutlaka adâlet duygularını tatmin etmez. Bu da doğru. O yüzden, neyin hukuka uygun, neyin hukuka aykırı olduğu konusunda bir tartışma çıktığında, son sözü söyleyecek olan yargının vereceği kararlarda önemli bir etken olarak ‘vicdan’ da devrededir. Yargıç, yasalara ve vicdânî kanaatine göre karar verir, vermelidir” diyordu.

Evet vicdan…

Vicdan sözcüğü aklıma 2009 yılında ünlü Japon yazar Haruki Murakami’nin yaptığı konuşmayı getirdi yine.

“Eğer yüksek taş bir duvar ile o duvara çarpıp kırılan bir yumurta varsa, duvar ne kadar ‘doğru’, yumurta ne kadar ‘yanlış’ olursa olsun, ben yumurtadan yanayım. Çünkü hepimiz yumurtayız. Kırılgan kabuğumuz içinde nadide birer ruhuz hepimiz. Ve hepimizin karşısında bir duvar var. Bu bireysel olarak asla yapmayacağımız şeyleri yamaya bizi zorlayan sistemin duvarıdır. Ruhlarımızın birlikteliğiyle, kelimelerimizin kudretiyle o duvara karşı çıkmalıyız. Buraya bunu size söylemek için geldim.”

Murakami, Yahudi topluluğunun ve dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in gözlerini içine bakarak söylemişti bu sözleri: “Hepimiz birer yumurtayız. Kırılgan kabuğumuzun içinde nadide birer ruhuz hepimiz.”

İşte vicdan bu…

Zalimin zulmüne karşı, mazlumun yanında olmak. “ama”sız…Din, dil, ırk ayrımını yapmadan. “Duvar ne kadar doğru, yumurta ne kadar yanlış olursa olsun” diyerek.

İsrail’e öfke duyup, tüm Musevileri Siyonist barbarlığın ortağı yapanlara;

“Yahudilere az bile yapmış” diye Hitler’i yad edenlere;

Düşmanına benzeyerek daha iyi bir dünya kurulamayacağı, kötülüğün bulaşıcı olduğu, başka nasıl anlatılabilir?

Sorunu bir insanlık sorunu değil, din ve etnik sorun olarak görenlere;

İsrail’e kızarken, söz konusu Kürtler olunca İsrail kadar güçlü olmak isteyenlere;

kendi cemaatinden, dininden, ırkından olanlara yapılan zulüm karşısında vicdanı kabaran, ama zulüm bir nedenle beğenmediğine yapılınca sessiz kalanlara;

hak, hukuk, adalet, vicdan nutukları atıp, başka diyarlar bombalanınca kahramanlık türküleriyle göğsü kabaranlara;

vicdanları sadece kendi ölülerine ağlayacak kadar sınırlı olan ‘iç deniz meleklerine;

Zalimin ‘orantısız güç kullanabileceği’, ancak vicdanın oranının olamayacağı başka nasıl anlatılabilir.

İnsanlığa rütbe verenlere;

Ölenlere dindar veya Yahudi oldukları için burun kıvıranlara;

dudaklarında rezil ve utangaç bir şikayetle “Ama onlarda böyle şöyle yaptı” diyenlere;

kendi yüreklerinin kabuğunda yaşayanlara;

Vicdan başka nasıl anlatılabilir.

Sadece “kendine Müslüman” bir dünyanın koyu karanlığına doğru iniyoruz.

İnsanlığın ortak vicdanına yolculuk umudu gittikçe azalıyor.

Belki de son gemi ve son siren bu.

Çağrı ise çok açık:

“Dünyanın tüm ezilenleri, mazlumları birleşin”

“Ruhlarımızın birlikteliği ve kelimelerin kudretiyle…”

Öne Çıkanlar