Felaketler, Bindestler, Serdestler

Felaketler, Bindestler, Serdestler
Ezilenler açısından yeraltından, yeryüzünden ya da uzaydan, nereden gelirse gelsin felaket nedenleri; yarattığı etki ve sonuçlarının politik kütük ve kimliğinden kaynaklı olarak sadece “doǧal afet” diye adlandırılamaz

Serdar Ay

‘ Şüphesiz, bir saman çöpünden ibaretiz bu kudurmuş okyanusta […]

buna rağmen her şey kaybedilmiş değil,

fırtınanın merkezini ele geçirmeye çabalamak gerek’

Aime Césaire, Une Tempête

Yaşam alanlarını vuran devasa fırtınalar, arşa varan kasırgalar, şedit depremler artık daha yüksek düzeyde jeolojik fail olan (antroposen) serdestler (egemenler) ile bir çıkar sözleşmesinin yenilenmesi, onarılacak-kurulacak zorba sisteminin sesini, dilini, yüzünü, yürüyüşünü hunharca, vahşice betimler niteliktedir. Bindestler (ezilenler) açısından, bütün bunlar tek bir şeye denk gelir: Felaket. yeraltından, yeryüzünden ya da uzaydan, nereden gelirse gelsin, felaket, nedenleri, yarattığı etki ve sonuçlarının politik kütük ve kimliğinden kaynaklı olarak sadece “doǧal afet” diye adlandırılamaz. Böylesi bir yaklaşıma tabi olmak, serdestlerin gafil olma, olabilme imtiyazını tanımak, bindestlerin cefasını ise kadere, doğal tesadüfe eklemlemektir.

FELAKETİN POLİTİK ANLAMI

Felaketlerin politik anlamını, nötr olmadıkları gerçeğini kavrayabilmek için, Bindestlerin trajik bilincine, dünyadaki hassaslıklarına dikkat kesilmek gerek. Amerikalı Siyahların tasavvurunda, Atlas Okyanusu fırtınaları genellikle köle tüccarlarının transatlantik güzergâhları ile ilişkilendirilir. Fırtınalar yargılanmamış tarihsel suçun izlerini hatırlatırlar. Onlar sadece sarmal rüzgârlar ve su hortumlarından ibaret değildirler. Okyanusta kaybolmuş atalarının ve köleleştirmenin hafızasını da taşırlar. Hem geçmişin haksızlıklarını anımsatırlar hem de günün eşitsizliklerini güçlendirir ve açığa vururlar. Fırtına, hükmetmenin politik kasırgasına dönüşür, serdestînin (egemenlik) bütün kuruluşlarına yarar. Efendilerin güç ve servetini büyütürken, bindestlerin ise yük ve kargaşasını arttırır.

Edebiyat bu konuyu da göz ardı etmemiş. Malcom Ferdinand’in tespit ettigi gibi William Shakespeare, Aimé Césaire ve Joseph Conrad’ın eserlerinde serdestlerin kasırga siyasetinin bazı yönlerinin kurcalandığını gözlemleyebiliyoruz. 1610 tarihli The Tempest (Fırtına) piyesinde, Shakespeare, kardeşi, Antonio’nun tuzağına düşmesinin sonucunda gücünü yitirmiş ve ıssız bir adada kızı Miranda, deforme bedenli köle Caliban ve doğaüstü güçleri olan bir ruh (köle Ariel) ile kalan Milan dükü Prospero’nun macerasını anlatır.

Bir gün, adanın yakınlarından bir gemi geçer, içinde Napoli kralı Alonso, oǧlu Ferdinand, Antonio ve başka yolcular vardır. Piyes bu geminin batmasına neden olan ve içindeki herkesi karaya sürükleyen fırtına ile başlar. Bu fırtına, Prospero’ya düklügünü ve kölelerine yeniden hükmedebilme gücünü geri getirecektir. Serdest Prospero ile fırtına arasındaki bu tuhaf suç ortaklığı, bu piyesi yeniden yazan Aimé Césaire’in Une Tempete’inda (Bir Fırtına) öne çıkan vurguların başında gelir. Tesadüften uzak, fırtına, serdest Prospero’nun hünerinin eseridir. Serdest fırtınayı, hükümranlık ve köleciliğin varlık ve bekaları için yaratmıştır. Buradan hareketle, “doğal afetler” olarak dilendirilen felaketlerin başka bir takım etkenlerin sonuçları olduklarını söyleyebiliriz: Haksızlıkları, eşitsizlikleri çoğaltan ve güç ilişkilerini şiddetlendiren yeryüzüne kurulma-oturma biçimleri, sosyal yapılar, ekonomik modeller ve politik tercihler. Bunlar, felaketlerin hem nedenlerinin hem de etkilerinin kökenlerinde bulunurlar. Felaketler en çok tarihsel ve politik olarak oluşturulmuş ve beslenegelen, kırılganlık mıntıkalarının ahalisi, yerlisi olan bindestlere pahalıya mal olur.

CONRAD’IN TAYFUN ÖYKÜSÜ

Fırtına/felaket ve serdestînin arasındaki ilişki Conrad’ın Typhoon (Tayfun) öyküsünde de açıklık kazanmıştır. Gerçek olaylardan esinlenerek, Nan-Shan adlı bir geminin on dokuzuncu yüzyıla ait izleri takip edilir. Tayland’dan Ҫin’e götürülmek için, kontratları gereği yedi yıl boyunca hizmet etmiş, aşağılayıcı bir şekilde « coolies » (amele, hamal) diye adlandırılan, iki yüz Ҫinli vardır bu öyküde; paralarıyla birlikte, gemi güvertesinin altında seyahat ederler. Gemi mürettebatı, kaptanlar/serdestler İngiliz’dir. Yolculuk esnasında şiddetli bir tayfun ile karşılaşılır. Gemi batma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu çerçeve de, Conrad söz konusu ilişkinin beş temel noktasına işaret eder.

Geminin aldığı bütün hasarlara ve yaşanılan cehennemî duruma kaptanların ayrımcılık temelli lakaytlık rotası sebep olmuştur. Çünkü, kaptan Ҫinliler tarafından ufukta görülen fırtına ve sebep olabileceği tehlikeler hakkında uyarılmıştır. Ancak, kulak asılmamış, rota değişmemiştir. Nedeni de açıktır: Ekonomik kaygılar, çıkarlar. İkinci nokta, felaketin hedefi haline gelen, bu nedenle, her anlamda sarsılmış, kan revan içinde kalmış, emekleri heba olmuş Ҫinlilerin/bindestlerin golgotha momenti üzerindedir. Üçüncü nokta, fırtına süresince Ҫinlileri açıkça hor görmeyi afişe eden muhafaza edilmiş lakaytlık noktasıdır. Kaos dördüncü noktadır: Ҫinliler, fırtına karşısında yüzüstü bırakılmış, büyük emekler neticesinde kazanılan paraları etrafa saçılmış, yüzlerine kapatılan kapının ardında hayatta kalma sörfü başlamıştır. Serdestînin kasırga siyasetinin son noktasını ayrımcılık temelli yeniden dağılım oluşturur: Tayfun serdestlerin/gemi mürettebatının gücünü ispatlamak ister gibi gelip gittikten sonra, Ҫinlilerin bütün ekonomisi kaptanların eline geçer. Tasarrufuna ve yeniden dağılımına sadece onlar karar verecektir.

William Turner’in 1840 tarihli The Slave Ship diye bilinen, tam ismi Slavers Trowing Overboard the Dead and Dying, Typhoon Coming On ( Köle Tüccarları Ölüleri, Ölmekte Olanları Gemiden Denize Atıyorlar, Tayfun Geliyor) olan tablosu da yeryüzünün lanetlilerinden kurtulmak için fırtınayı bahane eden bu uğursuz uygulamayı sergiliyor. Ancak, Tuner’in tablosuna verdiği başlığın içindeki nedensellik düzeninden hareket edersek tayfunu, kasırgayı, yani felaketi yaratan, getiren ölmüş, ölmekte olan kölelerin gemiden denize yuvarlanması vahşetinin ana etken olduğunu anlarız. Felaketi serdestler işlemiş oldukları, işledikleri suçlarla yaratır ve çağırırlar. O, doğal rastlantıdan ya da doğal afetten önce, hükmetmenin gösterişi, gücün görkemidir. Adi da, insanî ve insanî olmayan ‘ekosid’ dir artık.

Bu çerçevenin çok daha genişletilmişinin mümkün kılabileceği bir ufuk ile, malum bölgelerde olan-oluşturulan depremin-felaketin politik anlamını sosyo-politik, kimlik, din-inanç, sınıf, göçmen, savaş, sınır, rant ekonomisi, kayyumculuk, devlet, AKP, BAAS, Ortadoǧu gibi başlıkları kapsayan çok yönlü bir okuma üzerinden daha derinden kavrayabiliriz. Elbette, serdestlerden hesap sormak, Fırtınanın/Felaketin ‘merkezini ele geçirmeye çabalamak’ için.

Kaynakça

Aimé Césaire, Une Tempête, Paris, Seuil, 1969 [1968].

Arturo Escobar, Sentir-penser avec la terre. Une écologie au-delà de l’Occident, trad. Atelier de Minga, Paris, Seuil, 2018.

Joseph Conrad, Typhon, trad. André Gide, Paris, Gallimard, 1973 [1902].

Malcom Ferdinand, Une écologie décoloniale. Penser l’écologie depuis le monde caribéen, Paris, Seuil, 2019.

Walter, Mignolo « Géopolitique de la sensibilité et du savoir. (Dé)colonialité, pensée frontalière et désobéissance épistémologique », Mouvements, n°73, 2013/1, 181-190. https://www.cairn.info/revue-mouvements-2013-1-page-181.htm.

William Shakespeare, La tempête, trad. P. Leyris, Paris, Flammarion, 2014 [1610].

Öne Çıkanlar