Faiz-kur sarmalına girmek yerine enflasyon ve cari açık sorunlarının çözümü üzerine

Faiz-kur sarmalına girmek yerine enflasyon ve cari açık sorunlarının çözümü üzerine
Türkiye’nin salt TL’nin değersizleşmesi ile uzun vadede cari fazla vermesi pek mümkün değil çünkü Türkiye'nin ihraç ettiği ürünlerin talebinin fiyat esnekliği yüksek iken, ithal ettiği ürünlerin fiyat esnekliği düşük.

Dr. İlhan DÖĞÜŞ


Enflasyonun düşürülmesi için işsizliğin artması gerektiğini söyleyip enflasyonun düştüğü ülkelerde işsizliğin düştüğünü, işsizliğin düşmediği ülkelerde ise enflasyonun düşmediğini görmezden gelen anaakım iktisatçılar, yanılgılarına bir yenisini daha eklediler geçtiğimiz hafta. Yanılgılarının başat sebebi, paranın içselliğini, yani kredi verildiği anda mevduatın yoktan yaratıldığını, kamu harcamasının kendisinin para yarattığını, para miktarının para talebince belirlendiğini kavramamış olmaları. İktisadi sirkülasyonun bu ilk aşamasını kavramadıkları için, sirkülasyonun daha sonraki aşamalarında ortaya çıkan enflasyon, işsizlik, faiz, dış ticaret açığı, bütçe açığı gibi diğer tüm iktisadi fenomenler arasındaki ilişkileri de yanlış kuruyorlar. O nedenle "bütçeyi delip geçecek, enflasyonu artıracak" dedikleri KKM konusunda da fena yanıldılar.

Yıllardır olması için çırpındıkları ve tüm sorunların çözümü olarak sundukları faiz artışı, iddia ettikleri gibi Dolar-TL kurunu düşüremedi, hatta artırdı. Merkez Bankası Başkanı ve Maliye Bakanı değişmeseydi, bu meslektaşlarımı heyecanlandıracak "rasyonel politikalara döneceğiz" açıklamaları yapılmasaydı ve faiz artmasaydı, çok muhtemelen kur da artmayacaktı. Bu gelişmelerin üzerine türlü bahaneler geliştirdiler.

Aslında işgücü piyasasının esnekleştirilmesini ve güvencesizleştirilmesini, yani taşeronlaştırmayı ima eden ‘yapısal reformlar’ yapılmadığı için faiz artışının etkili olmadığını öne sürdüler. İnternetten arattım, yapısal reformları sıkça öneriyorlar fakat hiçbirisinin "faiz artışının döviz kurunu düşürmesi için önce yapısal reform gerekli" yönünde bir beyanatı yok. (Hukukun üstünlüğünü ve demokratikleşmeyi kast ediyorlarsa, hukukun ayaklar altına alındığı uygulamalara, muhaliflerin hukuksuzca rehin tutulmasına ve günde 5 işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybetmesine de itiraz etmeleri gerekiyordu, değil mi? Fakat bunlara dair bir tane bile sözleri yok.)

Daha eğlencelisi, faiz kararının 3 gün öncesinde "faizleri birden artırmak problem yaratabilir" diyip, 650 baz puan gibi oldukça yüksek bir faiz artışının kuru yükseltmesi sonrasında "faiz artışının beklentilerin altında kaldığı için kuru düşüremediğini" iddia etmeleri oldu. Fakat bizzat kendileri ve Goldman Sachs gibi küresel finans devleri, faizin %40'a çıkarılacağı beklentisini yarattı. Ne Merkez Bankası ne de Hükümet bu yönde herhangi bir imada bulundu. Muhtemeldir ki, faiz %40'a çıkarılsaydı, ‘yapısal reform’ bahanesini öne sürmeyeceklerdi. Faizi Ocak 2022’de %38 olan faizi %97’ye çıkardığı halde enflasyonu ve kuru düşmeyen aksine ikiye katlanan Arjantin için bile "yeterince artırmadı" diyebildiler.

Kur düşmeseydi veya çok az düşseydi, bu söylediklerini kısmen kabul etmek mümkün olabilirdi belki. Fakat açık ki, kur yükseliyorsa, bu sıralanan bahaneler açıklama olamazlar. 1 yıldır siyasi ve ekonomik yapısal sorunları ve belirsizlikleri çözmeden girişilecek faiz artışı "faiz-kur sarmalına sokar; siz artırdıkça küresel finans sermayesi daha fazlasını isteyecektir" diyen heterodoks itirazımızı görmezden gelmeseydiler, bu bahanelere sığınmak yerine gerçekten anlamak yönünde bir çabanın içine girebilirlerdi. Çünkü eğer faizi sert ve uzun süre artırmak gerektiğini düşünüyorsanız, faizle çözülemeyecek çok temel bir sorununuz var demektir. Küçük ve geçici olması ve sonrasında geri alınması gereken faiz artışı, beklenmedik bir şoka karşı anlamlı bir enstrüman olabilir. Bizzat kendilerinin çok sevdiği ilaç, acı reçete gibi bir analoji yapacak olursak; faiz artışı, geçici bir ağrıya karşı alınan ağrı kesici olabilir. Fakat ağrınız kronik bir hastalığınızdan kaynaklanıyorsa, sürekli ve dozu artan bir oranda ağrı kesici almak çözüm olmadığı gibi daha başka problemlere yol açar ve vücudun ağrı eşiğini artırarak daha yüksek dozda ağrı kesiciyi koşullar. Bu mantıktan hareketle faiz-kur sarmalı riskini 17 Nisan tarihli "Seçimden sonra Türkiye ekonomisi" başlıklı yazımda da belirtmiştim.

Peki Türkiye'nin kronik problemleri olan cari açık ve enflasyona karşı faiz dışındaki daha etkili çözümler neler?

Tutarsızlıklar yumağı anaakım bakışın önemsizleştirdiği maliye politikası enstrümanları gerekiyor- yanlış teorilere dayanarak tüm ekonomi yönetimini üzerine yıktığı para politikası değil.

Faizin fiyatlar ve kur üzerinde, diğer daha baskın faktörler karşısında güçlü bir etkisi olmadığı son 1 yılda faiz indiren ve artıran ülkelerin tecrübeleriyle bir kere daha ortaya serildi.

25 Ekim 2020’den beri savunageldiğim dış ticaretin kompozisyonunu cari fazla vermek üzere dönüştürmek de, hem de verimlilik artışı sayesinde enflasyonu yapısal bir problem olmaktan çıkarmak da kamu yatırımları aracılığıyla mümkün.

ENFLASYONU MALİYE POLİTİKASI İLE ALT ETMEK

Önce anaakım bakışın enflasyonisttir dediği maliye politikası aracılığıyla enflasyonla nasıl mücadele edileceği konusunu berraklaştıralım.

İlk olarak, eğer eğitim, sağlık, ulaşım gibi aslen hak olan temel ihtiyaçlar ücretsiz veya çok ucuz olursa bu enflasyona aşağı yönlü baskı kurar. İkinci olarak da bu temel ihtiyaçlara ayrılan harcama, yurttaşın cebinde kalıp dayanıklı tüketim mallarına yönlenir. Dayanıklı tüketim malları da talebi arttığında fiyatından ziyade üretimi artırılan, bu durumda birim maliyeti düşen ürünler. ABD’de ve Türkiye'de işsizlik düşerken dayanıklı tüketim harcamaları arttı ve enflasyon da düştü. Anaakım bakışa göre bu talep artışının enflasyonist olması lazımdı- çünkü ekonominin tek üründen ve tek firmadan müteşekkil olduğu varsayımına dayanıyor talep-fiyat analizleri. Oysa ekonomilerde çok sayıda mal türü ve firma var ve talep değişikliklerine aynı tepkiler verilmiyor.

Üretim kompozisyonunu talep artışına fiyat artışıyla tepki veren emek-yoğun dayanıksız mal üretiminden, talep artışına üretim artışıyla tepki veren sermaye-yoğun dayanıklı mal üretimine dönüştürmeyi hedefleyen bir kamu yatırımı ve kamu istihdamı çerçevesi, özel sektörde yatırımı ve istihdamı tetiklediği ölçüde, verimlilik artışı da hızlanacağından enflasyon bir kere daha baskılanmış olacaktır. Kamu yatırımı ve istihdamının canlandırdığı talep ortamında tetiklenecek olan yeni firma açılışları da piyasanın daha rekabetçi olması ve tekelleşmeye ket vurulması ile aşırı-kar kaynaklı enflasyonu baskılayacaktır.

Eğer üretim miktarı, girdi maliyetlerindeki artışın üzerinde bir artış oranı sergilerse birim maliyet düşer. Fakat üretim miktarı, girdi maliyetlerindeki düşüşten daha çok daralırsa birim maliyet artar. Firmalar da, birim maliyetlerinin üzerine, sektörlerindeki rekabet düzeyinin ve ürünlerine olan talebin fiyat esnekliğine göre bir kar marjı koyarak fiyatlama yaparlar. Son 2 yılda enflasyonu düşürebilen ve düşüremeyen ülkeleri kıyaslamak, bu iddiayı doğrulayacaktır.

İşsizliğin minimize edilmesi (mümkünse sıfırlanması) ve gelirlerin artıp eşitsizliğin, yoksulluğun azalmasıyla (mümkünse sıfırlanması) gıda, barınma gibi enflasyonist olan dayanıksız ürünlerin harcamalar içindeki payının düşmesi sayesinde de enflasyon baskılanacaktır. Bu iddiaya ikna olmayanlar, dünyada yoksul ülkelerin ve zengin ülkelerin gıda harcamalarının toplam tüketim harcamaları içindeki paylarını ve enflasyon oranlarını karşılaştırabilir.

Toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergi gelirlerinin payını düşürüp, denk bütçe hedefinden vazgeçilmesi sayesinde artan bütçe açığını kapatmak için çay, şeker, benzin, elektrik, doğalgaz, tütün gibi talebinin fiyat esnekliği düşük olan ürünlere zam yapma politikasını bırakmak da enflasyonun düşürülmesine büyük katkı sağlayacaktır.

Böylece, aslında gelir üzerindeki çatışmadan kaynaklı olan enflasyon, bu çatışma modere edilerek çözülmüş olacaktır. Örneğin işsizliğin düşmesi ve maaşların artması sayesinde talebin yönlendiği dayanıklı tüketim mallarındaki üretim artışı sayesinde birim maliyetin düşmesi, fiyatların artmadan kar marjının artmasına imkan tanır.

DIŞ TİCARETİ KAMU YATIRIMLARI İLE DÖNÜŞTÜRMEK

Aşağıdaki tablodan görüleceği üzere fiyat rekabetinin pek de baskın olmadığı, ürün farklılaştırma rekabetinin galebe çaldığı orta-düzey teknolojik ürünler Türkiye’nin ihracatında %35 gibi azımsanmayacak bir paya sahip görünüyor fakat hem ihracatında orta-düşük ve düşük teknoloji ürünlerin payı yüksek hem de ithalatında orta-üst ve yüksek teknolojinin payı %61 gibi gayet yüksektir.

https://gorus21.com/wp-content/uploads/2021/12/teknoloji-yogun-imalat.jpg

Kaynak: TÜİK

Türkiye’nin bu ithalat ve ihracat kompozisyonu veri iken salt TL’nin değersizleşmesi ile uzun vadede cari fazla vermesi pek mümkün değil çünkü Türkiye'nin ihraç ettiği ürünlerin talebinin fiyat esnekliği yüksek iken, ithal ettiği ürünlerin (enerji, hammadde, makine-teçhizat) talebinin fiyat esnekliği düşük. Bu nedenle, Türkiye son 2 yılda Dolar'daki artışa mukabil miktar olarak daha az ithal etmesine rağmen ithalat faturası yükseldi, miktar olarak daha çok ihraç etmesine rağmen ihracat geliri yeterince artmadı ve cari açığı yükseldi.

Bu çerçevede, örneğin 2 yıldır, Türkiye’nin endemik, yani bölgeye has bitki türü kapasitesini farmakoloji bilgisiyle birleştirerek ihracatını stratejik bir sektör olarak ilaç sektörüne yoğunlaştırmasını öneriyorum Pek ala başka sektörler de tespit edilebilir. "Faiz artsın, kur düşsün" diyen ithalatçı sermaye grupları ile fiyat rekabetinin galebe çaldığı emek-yoğun sektörlerde faaliyet gösterdiği için kurun artmasını isteyen ihracatçı sermaye gruplarının çatışmasını aşacak bir kamucu perspektif ortaya konmalı.

Bu kamucu perspektife karşı geliştirilecek "ama bütçe açığı enflasyon yaratır, faiz artırır" türü neoliberal ezberlerin geçersiz olduğunu; kamu harcamaları için öncesinde vergi gelirleri veya borçlanma yoluyla piyasadan para toplanmasına gerek olmadığını ve dolayısıyla bütçe açığı ile faiz arasında bir ilişki olmadığını; kamu harcaması için finansman kısıtı gibi bir sorun olmadığını daha önceki bir yazımda belirtmiştim.

Finans derslerinde öğrettikleri Sermaye Varlık Fiyatlama Modeli'nde devlet tahvillerini "devlet batmaz" gerekçesiyle risksiz olarak tanımlayıp, Makroekonomi derslerinde ise "bütçe açığı ve kamu borcu çok artarsa faizler yükselir çünkü devletin borcunu ödeyememe riski artar" diyen neoliberal teknokratların kendileri ve gerçek hayatın ekonomisi üzerine düşünmeleri gereken çok husus var. Bu kadar yanılgıyı ve çelişkiyi kaldıracak kamusal itibarları kalmadı artık...


İlhan Döğüş: 1983 Newroz’unda Elbistan’ın Sevdilli köyünde dünyaya geldi. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra, ÖSYM bursuyla girdiği Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası Finans lisans eğitimini 2011‘de tamamladı. Akdeniz Üniversitesi ve Hamburg Üniversitesi’nin ortak Avrupa Çalışmaları yüksek lisans programını DAAD bursuyla Mayıs 2014‘te tamamladı. Ekim 2014 – Ekim 2017 arasında Hamburg Üniversitesi Sosyal Ekonomi departmanında „finansallaşma, maaş eşitsizliği ve tekelleşme“ başlıklı, uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış 3 makaleden oluşan doktora tezini tamamladı; araştırma görevlisi olarak „Büyüme ve Bölüşüm“ ve „Ekonomiye Giriş“ derslerini verdi. Rostock Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırma görevlisi olarak Finans ve İktisat Politikası, Dağıtım ve Rekabet, ve Endüstriyel İktisat derslerini verdi. Eşitsizlik, finans ve iktisat politikası temel araştırma konularıdır.

Öne Çıkanlar