Başkalarının acısına bakmak*

Başkalarının acısına bakmak*
Epstein ile Adnan Oktar arasında bağ kurmak için dosyada Türklerin adının geçmesine gerek yok doğrusu. Çocuk ve genç kızları istismar bataklığına çekme şekliyle, örgütten ayrılmalarını engelleme yöntemleriyle iki örgüt birbirine çok benziyor.

Meliha YILDIZ


Örgüt liderinin tutuklanmasından sonra da faaliyetlerine devam eden Adnan Oktar örgütü, Epstein dosyasının halka açılmasıyla birlikte yeniden gündeme geldi. Bir dönemin Türkiye güzeli Refia Banu Küçükköylü adının dosyada geçmesi gündem nedeniydi. İsim benzerliği denilerek Türkiye cephesinden konu kapatıldı. Epstein ile Adnan Oktar arasında bağ kurmak için dosyada Türklerin adının geçmesine gerek yok doğrusu. Çocuk ve genç kızları istismar bataklığına çekme şekliyle, örgütten ayrılmalarını engelleme yöntemleriyle iki örgüt birbirine çok benziyor. Daha birçok benzerlik; siyasilerle kurdukları ilişkiler, uluslararası bağlantıları, kendilerini koruma yöntemleri, akıl almaz paralar…

Bütün suçların üstü Adnan Oktar’a verilen 8 bin yıllık cezayla örtüldü. 40 yıl boyunca süren yüzlerce belki binlerce insanın istismar ve sömürüsünün suçlusu tabi ki bir kişi değildi. 8 bin yıllık ceza paylaştırılmalıydı ama paylaştırılmadı. Epstein dosyasında olduğu gibi, Adnan Oktar dosyasından da geriye sorular kaldı. Çok büyük sorular…

Örgütün 130 ’dan fazla eve, 86 şirkete sahip olabilmesi…

Villasında milyonlarca yıl öncesine ait fosillerin bulunması…

Sağ kolu Oktar Babuna’nın Birleşmiş Milletler toplantısında konuşmacı olması…

Babuna’nın yıllar önce kanser kampanyası sırasında toplanan 160 bin kişiye ait kanı yurtdışına çıkarması? Babuna’nın tutuklandığı güne kadar kan ihtiyacı tweetlerini paylaşabilmesi…

Türkiye’de, internette Darwinizmle ilgili bilgilere ulaşılamaması…

Harun Yahya kitaplarının Milli Eğitim müfredatında yer alması…

Farklı ülkelerden gazeteci ve din adamlarının A9 kanalında programlara katılması…

Adnan Oktar’la mücadele etmeye kalkışan, mağdur ailelerinden emniyet müdürlerine kadar herkesin bir şekilde suçlu duruma düşmesi…

Son operasyonda ele geçirilen bir kamyon dolusu hard disk, bilgisayar ve cep telefonlarında yer alan bilgiler hakkında açıklama yapılmaması…

Bu soruların cevaplarını bilemiyoruz çünkü bizim boyumuzu ve gücümüzü aşıyor değil mi?

Peki Adnan Oktar’ın kendine ait televizyon kanalında kadınlarla birlikte yaptığı program neyin nesiydi? Benzer tipte, “seksi” kıyafetler giyinmiş, hipnotize olmuş bakışlarla Adnan Oktar’ı dinleyen bu kadınlar kimlerdi? Neden bu şekilde davranıyorlardı? Onları izlerken ne geçiyordu bizim aklımızdan? Onlarla alay etmek yerine neden bu şekilde davrandıklarını düşündük mü biz. “Kedicik” belgeselini mi izlememiz gerekiyordu kamera arkasında olanları anlamamız için? Gözümüzün önünde olanı neden göremiyorduk biz?

Göremiyorduk. Çünkü görseydik hayatımıza eskisi gibi devam edemezdik. Burada sözü Ursula Le Guin’e bırakıyorum.

“Omelas’ın güzel kamu binalarından birinin bodrumunda, belki de ferah evlerden birinin mahzeninde bir oda var. Kapısı kilitli, penceresi yok. Mahzenin bir yerindeki örümcek ağları bürümüş bir pencereden vuran küçük tozlu bir ışık tahtaların arasındaki bir çatlaktan sızıyor. Küçük odanın bir köşesinde, bir çöp kovasının yanında uzun saplı, kötü kokulu, pisliğe bulanmış bir çift süpürge duruyor. Yerler pislik içinde, dokununca hafif bir ıslaklık geliyor ele; mahzen pislikleri genellikle böyle olur zaten. Oda üç adım boyunda, iki adım eninde: Bir sandık odası ya da kullanılmayan bir araç gereç dolabı. Odada bir çocuk oturuyor. Bir kız da olabilir, bir oğlan da. Altı yaşında gösteriyor, ama aslında on yaşına yaklaştı. Geri zekalı gibi görünüyor. Belki sakat doğmuş, belki korku, kötü beslenme ve ilgisizlik yüzünden aptallaşmış.

***

Hepsi, Omelas’ın tüm insanları onun orada olduğunu biliyor. Bazıları görmeye geliyor, diğerleri orada olduğunu bilmekle yetiniyor. Orada olması gerektiğini biliyor hepsi. Bazıları nedenini anlıyor, bazıları anlamıyor; ama hepsi de farkındalar ki mutlulukları, kentlerinin güzelliği, dostluklarının sıcaklığı, çocuklarının sağlığı, alimlerinin bilgeliği, zanaatkarlarının ustalığı, hatta hasatlarının bolluğu ve göklerinin berraklığı tümüyle bu çocuğun dayanılmaz sefaletine bağlı.”

*Susan Sontag


Meliha Yıldız: "1975’te, cinsel istismar da dâhil birçok ihmal ve olumsuzluğun yaşandığı bir evde doğdu. Kırk dört yaşına geldiğinde, bir video-röportajla yaşadığı cinsel istismarı anlattı. Bu, onun için mağdurluktan aktivistliğe giden yolculuğun başlangıcı oldu. Türkiye’de, aile içi cinsel istismarın “mağdur” tarafından anlatıldığı ilk kitap olan "Kutsal Tecrit"i 2021 yılında yazdı. İkinci kitabı Uçurum Kenarındaki Salıncaklar 2023 yılında yayınlandı. Çocuğun cinsel istismarıyla ilgili yaptığı çalışmaları https://melihayildiz.org/ sitesinde paylaşmaya devam ediyor"

Öne Çıkanlar